19 Eylül 2011 Pazartesi

SON

Çoğu zaman yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyorum. Bu ihtiyacımı gidermek benim için o kadar zor ki; hayatımın içinde yaşayan birçok insandan uzaklaşabilmek ve "benim" olan hayatı yaşayabilmek tam bir hayal. Nasıl davranmam gerektiğini söyleyen, hangi durumlara nasıl tepkiler vermem gerektiğini anlatan, ne giymem, ne olmam, ne yapmam, ne yapmamam gerektiğini söyleyen yüzlerce, binlerce, milyonlarca insan. Hepsi her gün karşımda duruyor ve bana o aşağılayıcı gözlerle bakıyorlar. Aslında aşağılayıcı göz tanımını yapmam doğru olmayabilir çünkü her durum nereden baktığıma göre değişiklik gösterir; tek bir durumun altından yüzlerce sebep çıkarabilirim. Ama önemli olan hangisini hissetmeli, anlamalı ve kavramalıyım?
Çok basit. Sadece çok basit. Cevaptan bahsediyorum tabiki. Toplumun, mahallenin ve kültürün emrettiği neyse onu yapmaya mecbursun. Türkiye'de yaşıyoruz; "kızlar" evlenmeden cinsellik yaşayamaz eğer yaşarsa orospu damgası yerler. Erkekler evin reisi aynı zamanda tartışmalara son noktayı koyan insandır. Sen eğer dişiysen; eve belli bir saatte girmek zorundasın, erkeksen; böyle bir zorunluluğun yok. Burada sadece yüzde beşlik bir kısım var bu kurallara uymadan yaşayan. Bazen isyan etmek istiyorum. Hiçbirini takmıyorum diye haykırmak istiyorum. Kızlar bakire kalmamalı, bu toplumun bastırılmış cinselliğine bir çözüm bulunmalı diye bağırmak istiyorum. İsyan çıkarmak, bütün kuralları kökünden değiştirmek istiyorum. Sonra da bunun imkansız olduğunu bildiğim aklıma geliyor, susuyorum, büzülüyorum ve üzülüyorum. İçimden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyor. Lanet olsun böyle düzene diyorum. Hepinizden nefret ediyorum diyorum.
Pornolar bile erkekler için yaratılmış olan bu dünyada kadının kendi gücünü keşfetmesi, kendini anlayabilmesi ne kadar imkansız. Cinselliğe ilgi duyan kadın, buna ihtiyacı olan kadına normal gözle bakılması ne kadar imkansız. Toplumu ve onun kurallarını önüne alıp, bildiğin yolda ilerlemeye kalkmak ne kadar imkansız. Erkeklerin düşüncelerini değiştirebilmek, bakire biriyle evlenip evlenmemenin hiçbir öneminin olmadığını onlara anlatabilmek ve anlamasını sağlayabilmek ne kadar imkansız. Mahalle baskısının ortadan kalktığı bir hayat hayal etmek -hatta edebilmek- ne kadar imkansız. Evlilik dışı çocuğu olacak bir kadının ölmek zorunda olmaması ne kadar imkansız. Töre cinayetlerini, kızların erken yaşta evlendirilmesini, kan davalarını ortadan kaldırabilmek ne kadar imkansız. Böyle bir dünyada yaşadığım için kendimden tiksiniyorum; böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum.
Şimdi hatırlamıyorum, hatta hatırlamak için haftalardır hafızamı yokluyorum fakat sonuç alamıyorum, bir filmden ya da bir diziden belki de bir kitaptan bir replik hatırlıyorum; İnsan vücuduna girmiş olan Tanrının, bir kişiyle olan diyaloğu...
     -Sizin dünyanızla ilgilenmeyi ne zaman kestiysem hepiniz birbirinizle savaşa tutuştunuz, açlıktan öldünüz, çıkarlarınızın kurbanı oldunuz; Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Hiroşima... Hepsi sizin ürününüz. Dünyanın olması gereken düzeni değil, sizin yaptığınız bir durumdu hepsi, der Tanrı.
Ne kadar da doğru bir replikti bu. Keşke hatırlayabilsem hangi filmdi, hangi diziydi ya da hangi kitaptı. Tekrar tekrar izlesem, okusam... Biz kendi çıkarlarımızın kurbanı oluyoruz, daha sonra bu bencilliğimizin yol açtığı bedelleri çok ağır ödüyoruz. Oysaki çok bir şey değil ihtiyacımız olan; sadece biraz sevgi ve saygı. İnsanlara olan sevgi, dünyaya olan sevgi, birbirimize olan saygı. Her şeyi teker teker tükettik; elimizde çok az miktarda sevgi ve saygı kaldı. Ancak artık bu ikisini de kaybetmek üzereyiz. Keşke biraz daha dikkatli olsak, keşke biraz daha düşünceli olsak. Her şeyden öte birazcık sevgi dolu olsak. "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır" demişler atalarımız. Keşke bu cümleyi her fırsatta kendimize hatırlatsak. Bu kadar nefret dolu olmasak, yüreğimize başka insanların sevgilerini katabilsek.
Şu an dünyaya baktığımda gördüğüm manzara çok acıklı; artık iş işten geçmiş, her şeyi tüketmişiz. Sonumuzun nasıl geleceğini merak ediyorum ama görebileceğimi düşünüyorum, çünkü; çok az kaldı. İçimizdeki bu iki küçük değeri de kaybetmemize sadece birkaç insan ömrü kaldı. Artık sonsuzluğa daha yakınız, dünyaya daha uzağız. İşin üzücü tarafı; hiçbirimiz bunu göremiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder