24 Aralık 2011 Cumartesi

GECE

Bütün gecelerin arasından, bütün eğlencelerin içinden sadece bu gece bir numaraydı!

8 Aralık 2011 Perşembe

MEKTUP

Kadın duygusaldır; kalbini hemen açar, kalbini hemen kırarlar. Hemen mutlu olur, hemen mutluluğunu söküp alırlar. Bir duruma sinirlenmişse, söyleyemez bazen; ya da söylemek istediği şeyleri söylemeye cesareti yoktur. Şimdi karar verdim, her şeyi anlatacağım der; yine boğazı düğümlenir, susar. En iyisi mektup yazayım der; sayfalarca yazar, yazar, yazar...içini döker; postalayamaz. Neden? İçini yazarak döker, rahatlar ve göndermemeye karar verir. Neden ilişkilerde önce erkek davranır? İşte bu yüzden. Kadın konuşmaz, bekler. Sadece sinyaller gönderir ve bekler. Eline kağıdını ve kalemini alır, yazar ve bekler. Bazı durumlar için cesareti yoktur; o yüzden yazar. Bir mesaja cevap verirken bile kaç yere yazıp siler? Doğru cümleyi bulana kadar. Uzaktaki sevgilisine mektup yazar, gönderir. Cevap hemen gelmezse sinirlenir. Başka bir mektup yazmaya başlar, sonra başka bir tane daha, sonra yine bir tane daha ve bir tane daha. Hiçbirini göndermez çünkü o bu mektupları yazana kadar cevap çoktan gelmiştir bile. Mektubu eline aldığı anda, daha okumadan, hemen yumuşar ve sayfalarca yazdığı o sinirli mektupları tek saniyede unutur. Kadın duygusaldır, mantığını pek kullanmayı istemez. Erkeklerin de duygularıyla hareket etmesini ister. Oysaki erkeklerin birinci planı mantıklarıdır. İşte bu yüzden ortaya kadın ve erkek arasındaki anlaşmazlıklar çıkar. Kadın, göndermeyeceği bir sürü mektup yazar; erkeklerden daha fazla mektup yazar. Erkekler bunu bilmez.

BOŞUNA

İnsanlar bir kişiye veya duruma sinirlenirler. Yüzlerine yumruk atamayacakları için, duygularını ve düşüncelerini kağıda dökerler. Böylece, içlerini döktükten sonra kendilerini daha rahatlamış hissederler. Böylece kelimelerin yan yana gelirken ortaya çıkan uyum ve ahengine hayran kalırlar. Birkaç zaman sonra geri dönüp yazdıklarını okuduklarında belki de beğenmezler, yine de o ilk yazı insanda bir kıvılcımı tetikler ve insan yazmaya başlar. Giderek yazdığı şeyler daha anlamlı, daha uyumlu ve daha mükemmel görünmeye başlar. Yakınlarına göstermeye ve onların fikirlerini almaya çalışırlar. Geri dönüş ne kadar olumlu olursa, içindeki istek o kadar artmaya başlar. Böylece daha çok kitleye ulaşmış olurlar. Sonunda yazıları aynı yerde toplanır ve yazıtın ismi kitap olur; insan da onun yazarı. İşte böylece edebiyat ortaya çıkar.
Edebiyatı sevmeyen insanı sevmem, çünkü; bir ulusun en önemli silahı edebiyattır. Edebiyatı oldukça, zenginleştikçe gelişir ve büyür. Dünyaya açılır, uluslararası olur. Böylece dünya edebiyatı ortaya çıkar.
Sadece bu şehirde keşfedilmeyi bekleyen binlerce yazarımız var. Ülke, onların keşfedilmesini sağlamalı, birtakım olanaklar sağlamalı, yazımhaneler açmalı ve bunlar ücretsiz olmalıdır. Ancak, bizim ülkemizde bunu sağlamak olanaksız, hatta imkansız. Devlet büyükleri, kapitalistler, şirket sahipleri, kısacası herkes "nerede, ne açsam da parayı bulsam?" mentalitesinde oldukları sürece, ASLA gelişemeyeceğiz. Günümüz kapitalizmini yanlış anlayan bir sürü işe yaramaz, paragöz adamlarla hiçbir yere varamayacağımız gibi günden güne geriye gidiyoruz.
Bizim bu halimize her gün çok üzülüyorum ve elimden hiçbir şey yapmak gelmiyor.

6 Aralık 2011 Salı

HYGGE OLMAK

Tek bir saniyeliğine güzel ve ümit dolu hayaller düşlüyorum. Bu tek saniye içinde beni üzen durumlar, olumsuz hayat koşullarım, bütün hepsi kafamın içinden çıkıyor. Aynı zamanda; kötü insanlara, kalp kıranlara da yer yok. Sadece ben ve sevdiklerim var. Yani beni gerçekten, kalpten seven insanlar var. Onların yanında kendimi huzurlu ve mutlu hissettiğim insanlar.  Hepimiz soğuk ve karlı bir kış gününde, lapa lapa karlar camın içinde birikirken, kocaman ve sıcak salonumuzda oturuyoruz. Köşede yılbaşı ağacımız var; üzeri süslü ve en üstünde kocaman bir parlak yıldız var. Yerde minderler var, minderleri çevreleyen, yanan mumlar var. Mum ışığı olduğu için elektrikler kapalı. Hepimiz minderlerin üzerinde oturuyoruz, konuşuyoruz, şakalaşıyoruz, aynı anda yılbaşı kurabiyelerinden yerken, sıcak çikolatalarımızı içiyoruz. Tam bu anda Hygge'yiz.
Mum ışığı önemli çünkü; dışarıdaki soğuk havadan bizi koruyan sıcak ve ılık bir ışığı temsil ediyor. Karnımızın tok olması, bir şeyler atıştırıyor olmamız önemli çünkü; insan açken Hygge durumuna yaklaşamaz. Kelimenin tam anlamıyla, beni irite eden, sıkan ve üzerimde olumsuz etki yapan tüm düşünceler ve aksiyonlardan uzak kalıyorum. İşte tam bu anda Hygge olmaya hak kazanıyorum.
Hygge, Danca kökenli bir sözcük olmakla beraber, Danimarka kültürünü en iyi temsil eden kelimedir. Danimarka'da; sokakta yürüyen insanlardan, fırından yeni çıkmış ekmeğini alıp sıcacık yuvasına giden adamdan, kasiyerlerden, şirket çalışanlarından, yazarlara kadar hepsinin ağzından duyulan bir sözcük. Bu kelimenin başka bir özelliği de kendinden başka hiçbir dile çevrilememesidir. Sadece danca tek bir kelimedir; diğer dillerde bu kelimeyi anlatmak için, şimdi yapıldığı gibi, kompozisyon yazılır.
Ayrıca Hygge'i başka türlü tanımlamak gerekiyorsa: Hayatta bir takım aksiyonlar vardır; "anlatamam, görmen lazım" denilen kalıba uyarlar. İşte bu kelime de aynı bu kalıba uyar. Anlatılmaz yaşanır.

3 Aralık 2011 Cumartesi

NEDEN?

Neden hep mutsuz olmak zorunda kalıyorum? Neden hep vazgeçmek zorunda kalıyorum. Neden her şey bu kadar zor ve neden her sevindiğimde üzülmem gereken durumlar ortaya çıkıyor?
Bütün hayallerim bitti, yıkıldı, tükendi. Şu hayatta istediğim tek bir şey vardı ve ona bu kadar yaklaşmışken tekrar başa sardım ve boğuldum. Neden? Tekrar başlayamıyorum; gücüm tükenmedi. Sadece şartlar bana hiç yardımcı olmuyor.
"Hayatta en çok istediği şeyi bazen yapamıyor insan."
İnanmazdım buna, gülerdim. İnsan kafasına koyduğu şeyi yapar derdim. Ben de bu duruma düşene kadar. Artık hiçbir şey yapmak istemiyorum. Hiçbir amacım kalmadı. Evden dışarıya çıkmıyorum. Okula gitmiyorum. Çıktığım zamanlarda ise yemek yemeğe gidiyorum. İşte bu kadar amaçsız ve boşluktayım. Eskiden eğlencelerim vardı. Artık eğlenemiyorum. Etrafımdaki herkes bana çok hareketli ve fazla geliyor. Ayak uyduramıyorum. Yapmak istediğim tek şey kafamı yorganımın altına sokmak, sabahtan akşama; akşamdan sabaha orada kalmak, sessizce değil çığlık ata ata ağlamak. Hiçbir amacım yok artık benim. Artık bir hiçim. Böyle hissediyorum.
Ne konser, ne tiyatro, ne sinema, ne okul, ne ümit etmek... Artık bütün kelimelerin içi boş. Hepsi anlamsız ve gereksiz. Kafamın içinde tek bir kelime var: Neden?
Bu kadar kötü bir insan mıyım ben? Her mutlu olmaya başladığımda, her yolumu tekrar bulmaya başladığımda cezalandırılıyorum. Oysaki kime ne zararım var ki benim? Sessiz, sakin, işinde bir insanım ben. Kimseyi rahatsız bile etmem. Hatta şu hayatta başıma ne geldiyse iyiliğimden gelmiştir bile diyebilirim. Şimdi neden bana inanmayanları haklı çıkartmak zorunda kalacağım?
Tek istediğim bu yolda ilerlemekti, mutlu olmaktı. Artık hepsi hayal oldu. Artık şartlar uygun değil. Ölene kadar yapmak istediğim tek şey var; kafamı yorganımın içine sokup hayalini kurmak. Nerede, hangi şartlarda olmak istediğimin hayalini kurmak. Kafamda şampiyon olmak. Kafamda dünya starı olmak. Kafamda dünyanın birincisi olmak.
İnsanlardan nefret ediyorum. Hepsinden ayrı ayrı nefret ediyorum. İnsan kadar bencil, kendi hesabına düşkün, başkalarını düşünmeyen, umursamayan, kendini dünyanın merkezine koyan, yalancı, yanıltıcı bir varlık var mı bu dünyada? İnsanların kötü durumda olmasını, bu kötü durumdan çıkamamasını sağlayan sadece şartlar mı gerçekten? Hayır, yine insanlar. O şartları ortaya çıkartan bok insanlar. İsteklere erişimi güçlendiren hatta imkansızlaştıran gene o bok insanlar. Kapitalizmin kucağındaki o bok insanlar.
Hepinizden nefret ediyorum. Umarım en kısa zamanda ölürüm. Böylece size bir ömür boyu katlanmak zorunda kalmam.

2 Aralık 2011 Cuma

HİS

İçimde çok kötü bir his var, anlatamıyorum, utanıyorum.

ANNEANNEM/DEDEM

O kadar çok alıştım ki sizlere... Gittiğiniz zaman bu ev benim için bomboş olacak. İlk başlarda çok zor olsa da, kalabalıklık beni sıksa da, siz benimle beraberdiniz ve çok da güzel bir ay geçirdik sizinle. Keşke hiç gitmeseniz, keşke hep beraber olabilsek, keşke bu kadar uzak yaşamasak.

   Kalabalık sevmiyorum diyorum; yalan!
   Tek başıma daha mutluyum diyorum; yalan!
   Zorla arayıp konuşamam diyorum; o da yalan!

Aslında sizi ne kadar çok seviyorum. Yaptığınız fedakarlıklar, benim için verdiğiniz emekler o kadar önemli ki benim için, hakkınızı asla ödeyemezdim. Bu sene, hatta sadece bu bir ay, durup düşünmeme sebep oldu. Bu süreç içerisinde gerçekten benim için ne kadar değerli olduğunuzu anladım. Bundan sonra bir çocuk gibi davranmamaya, her zaman sizi aramak için fırsat kollamaya karar verdim. Siz bunu hakkediyorsunuz.
Biricik dedeciğim, geçen sabah yanıma geldi ve bana şöyle bir cümle söyledi: "Dün akşam sana bakmaya geldim canım torunum, ama uyumuştun, ben de uyandırmak istemedim. Sana diyecektim ki; bak kızım, ben artık 87 yaşındayım ve yaşlandım. Bu zamana kadar seni üzecek bir şey yaptıysam özür dilerim." Bunları yazarken bile gözlerim dolu dolu oluyor, çünkü, o bir gün gidecek ve sanki o gideceği günü bilmiş gibi bana bunları söylüyor. Keşke bir yolu olsaydı da onları daha fazla görebilseydim, daha fazla ilgilenebilseydim. Hiç sulu gözlü olmayan biri, ben, hüngür hüngür ağlıyorum. Onları çok seviyorum.
Anneannem, iki gündür ağlıyor. Ona göstermemeye çalışıyorum ama benim de içim ağlıyor. Geçmiş için pişman olduğum şeyi düşünüyorum; keşke onları daha fazla arasaydım, keşke tatillerimde onların yanına gitseydim. Fakat, bunları düşünüp, pişman olmanın artık bir önemi kalmadı. Artık, ne kadar geç bilmesem de, onlara daha fazla vakit ayırmaya çalışacağım.
Sizi seviyorum, keşke gitmeseniz, keşke burada bizimle beraber yaşasanız. Hep beraber mutlu olsak. Sizi çok ama çok seviyorum.

1 Aralık 2011 Perşembe

ARALIK

Aralık nihayet geldi. Nihayet diyorum da sevdiğimden mi? Tabii ki hayır. Kış ne kadar çabuk gelirse, yaz da o kadar çabuk gelir diye düşünüyorum. Tabi bu düşüncemi şöyle çürütebilirsiniz: Yaz çabuk gelince de bu sefer kış da çabuk gelecek. Sonuçta bu bir döngü, elbette gelecek.
Kış aylarından en çok sevdiğim mevsimdir aralık ayı, çünkü; kasım da havalar hızla soğur ancak, aralık olunca pastırma sıcakları gelir, hava kırılır. Ancak, nedenlerim sadece bu kadarla bitmiyor. En yakın arkadaşlarımdan birinin doğumgünü de aralık ayındadır ve benim doğumgünüm de. Aynı zamanda yılbaşı havası bütün her yeri sarar. Starbucks'ta toffie nut latte'nin çıkma zamanı gelir. Her yer yılbaşı süsleriyle dolar. Nişantaşı'nın havası değişir.
Yine de aralık bir kış ayıdır ve sevmek için bu kadar çok nedenim olsa dahi, yaz aylarını daha çok severim.