29 Şubat 2012 Çarşamba

GÖRÜNMEZ

Senin yakınlarında dolaşıyorum. Bazen elini tutuyorum, bazen yanağına tokat atıyorum. Fark etmiyorsun. Arkandan koşup sarılıyorum, bazen de itiyorum seni düşesin diye. Yaptığın esprilere gülüyorum, gülerken yüzüne dokunuyorum. Bazen de çok sıkıcı geliyor söylediklerin; arkamı dönüyorum. Hiçbirini fark etmiyorsun. Görmüyorsun çünkü. Senin yanında görünmez oluyorum; hiçbir şeyi anlamaman bu yüzden. Bazen yanaklarını öptüğümde elini yanağına götürüyorsun. Kaşıyorsun yanağını. Oysaki kaşınmıyor ki yanağın. Her defasında öptüğüm için. Hiçbirini anlamıyorsun çünkü senin yanında görünmeyenim ben.

27 Şubat 2012 Pazartesi

KAR

Dışarıda kar yağıyor; hem de romantik bir şekilde. Şöyle bir göz gezdirdiğinde, karın kendini yavaşça yere bıraktığını görürsün. Ancak dikkatlice izlemeye, ayrıntılarıyla gözlemlemeye başladığında, o kadar da yavaş olmadığı sonucuna varırsın. Yavaş ama telaşlı damlalar. İşte budur romantik karın tanımı.
Hepsinin şekli farklıdır. Kimi kalp şeklindedir; derler ki kalp şeklindeki kar üstüne düşerse, hayatına aşk getirir. Kimi yuvarlaktır; yuvarlak topu görünce nasıl bu kadar yusyuvarlak hale gelmiş olabileceğine inanamazsın. Kiminin şekli de abuk subuk, anlamsızdır; öylesine yere düşer. Kimisi kocamandır, kimisi küçücük. Hepsi birlikte, bir grup gibi gökten yere, paltolarımıza, saçlarımıza düşer; bembeyaza bürür.
Üstün bembeyaz olunca kardan adamı andırırsın. Arkadaşların güler. Yağdıkça, ağzının içine, gözüne, kirpiklerinin üstüne, burnuna ve illaki bir milimetre açık kalmış boynundan içeriye düşer. İnanamazsın buna. Nasıl bu kadar dar yerden içeri girmeyi başardı diye gülmeye başlarsın.
Yine de karın en güzel olduğu zaman kuşkusuz gece; sabaha karşı, herkes uykusundayken, kimsecikler dışarıda yokken, camdan baktığın zamandır. Yerler bembeyaz, yollar açılmamış ve bembeyaz bir sessizlikle örtülmüş sokaklar. Bu şekilde bozulmasa ne güzel olur diye düşünürsün. Elinde sıcak çikolatan ve üzerinde battaniye ile. Ancak birazdan herkes uyanacak, evlerinden çıkacak, arabalarına binip bu güzel ve beyaz görüntüyü bozacak. Yerlerde ayak izleri olacak. Bembeyaz karlar çamurla buluşup kahverengi, kötü bir renk alacak. Karlar eriyecek. Bahar gelecek.

25 Şubat 2012 Cumartesi

DİKENLER

Bunun olmasını hiç beklemiyordun. Gecenin bir yarısı, bir anda değişmeyi, sinirlenmeyi, kızmayı, kırılmayı hiç beklemiyordun. Tam da karar vermişken. Tam da yumuşamışken. Beklenmedik olayların gelişeceğini, hiç ummadığın durumları yaşayacağını hiç beklemiyordun. Sonuçta oldu ve bitti. Başladığın noktaya geri döndün. Hırsını da çıkarta bileceğin birilerini, objeleri arayıp duracağını da ummuyordun. Ancak yine, en sonunda, zarar vermek için aradığın şeylerin aslında yine sana zarar verecekler şeyler olduğunu da ummayacaksın. Yoluna devam etmek ve bütün olayları unutup ileriye yürümenin verilecek en iyi karar olduğunu bile bile, hala, içindeki o aptal ve işe yaramaz umut tohumu ile yoluna devam etmek istiyorsun ama, o tohum çiçek açtığında dikenlerini sana batırmak için elinden geleni ardına koymayacak. O tohum ileride senin düşmanın olacak ve sana zarar verecek. Şimdi, hala, bu tohumla mı yürümek istiyorsun yoksa tek başına, yalnız olarak mı? Yalnız cevabını verirken bile cümleni "ama" ile başka bir cümleye bağlıyorsan, sen zaten o tohumla birlikte çoktan yola çıkmışsın bile. Seni ne içindeki kırgınlık kurtarabilir, ne de kızgınlık. Tek bir şekilde kurtulabilirsin bu tohumdan; çiçek açıp dikenlerini sana tekrar tekrar, acımadan batırdıktan sonra. Daha çok yaralı olarak, daha çok kızgın olarak, daha çok intikamın tadına varmak isteyerek... Sonuçta yine sen üzüleceksin. Şu tohumdan kurtul artık!

14 Şubat 2012 Salı

DİYALOG - Sevgililer Günü Hediyesi

-Hey! Senin ne işin var burada?
-Ne işim mi var? Burası herkese açık bir eğlence yeri. Seninle aynı nedenden ötürü buradayım.
-Kusura bakma, haklısın. Öyle demek istememiştim. Sadece şaşırdım.
-Neden?
-Birkaç haftadır arayamadım. Aslında bugün aklıma geldin ve tam elime telef...
-Sadece bugün mü?
-Sadece bugün mü ne?
-Sadece, diyorum, bugün mü aklına geldim?
-Aslına bakarsan hiç çıkmıyorsun ki.
-Neyse, seni gördüğüme sevindim. En azından yaşadığına emin olmuş oldum. Bunu bilmek içimi rahatlattı. Gitmem gerek, hoşça kal!
-Dur, dur. Bekle. Hoşça kal deyip arkanı dönüp gitmek de ne demek oluyor?
-...
-Bak, seni aramadım, üzgünüm. Aramalıydım ve şu an ne kadar büyük bir hata yaptığımı sana bakınca anladım.
-Aramak zorunda değilsin. Kendini hiçbir şey için zorunda hissetme.
-Açıklamama izin ver. Bırak da bitireyim.
-Açıklama yapmak zorunda olduğun kızlardan biri değilim. Dilediğini yapmakta özgürsün.
-Biliyorum. Sana bu yüzden değer veriyorum.
-Konuştukça batıyorsun!
-Affedersin, güzel bir şey dediğimi sanıyordum?
-O zaman öyle sanmaya devam et.
-Neden sana ulaşmaya çalışıp da ulaşmayı hiç başaramıyorum ve sonunda da içimden hiç vazgeçmek gelmiyor?
-Bunu bana değil, kendine sorman gerek.
-Seni özlüyorum. Sana tekrar dokunabilmeyi istiyorum. İzin verir misin?
-Sen özlemini insanlara böyle mi gösterirsin?
-Seni seviyorum. İlk gördüğüm andan beri. Baş döndürüyorsun.
-Üzgünüm, gitmem gerek.
-Bu şekilde gidemezsin!
-Pardon! Bunu söyleyen sen misin? Tesadüfen bir barda karşılaşıyoruz ve sen bana rastgele bir şekilde beni sevdiğini söylüyorsun ve gitmeme izin vermiyorsun?
-Anlamıyorsun.
-Sarhoş musun sen?
-Neyi değiştirir ki?
-Çok şeyi.
-Anlamadım?
-Ne zaman anladın ki!

*Bu diyalog belki mutlu bitebilirdi, belki kötü bilebilirdi, belki de hep böyle kalacaktı. Bu bir sevgililer günü hediyesi. Sonunu değiştirmek sizin elinizde. Ancak unutmayın ki, sonunu mutlu bitirdiğiniz takdirde hayattan hiç umudunuzu kesmeyecek bir yapınız olduğunu, optimist olduğunuzu; kötü bitirdiğiniz takdirde sizin için aşkın hiçbir şey ifade etmediğini ve pesimist bir yapınız olduğunu; eğer bu şekilde bırakırsanız da hayal gücünüzden yoksun olduğunuzu göstermiş olacaksınız. Ve sıra sizde!

12 Şubat 2012 Pazar

AYNA

Bütün o eski alışkanlıklarını unut. Hatta son bir senede -veya iki, üç senede olabilir; "yeni" kelimesi senin hayatında neyi temsil ediyorsa oradan başlayarak- yeni edindiğin bütün alışkanlıkları da unut. Şimdi yatıp uyuyacaksın. Uyumadan önce her şeyi, tüm alışkanlıklarını, davranışlarını tamamen unuttuğundan emin ol. Tamam. Şimdi uyumaya, yani; gözlerini birkaç saat sonra tekrar açmak için hazırlanmaya başlamaya hak kazandın. İşte böyle. Devam et. Çok güzel. Tamamen zihnini boşalttığından emin ol. Ve uyu.
Sabah olduğu için uyandın. Yatağından kalkar kalkmaz, herkesin de yaptığı gibi, otomatik bir dürtüyle banyoya gidip yüzünü yıkadın. Çişini yaptın. Kendine şöyle bir aynada baktığın anda bütün insanların hayatlarını farklı kılan o yol ayrımına geldin ve kendine  ne kadar güzelleşmiş olduğunu söyledin. İşte insanlar tam aynaya baktıktan sonra söylediği veya getirdiği farklı yorumlarla farklılaşmaya başlıyor: Kimisi ne kadar güzel olduğunu her gün aynanın karşısına bakarak yineliyor ve yeniliyor, kimisi ne kadar çirkin olduğunu, kimisi ne kadar mutsuz, kimisi ne kadar zayıf, kimisi ne kadar kinci, kimisi ne kadar iyiliksever, kimisi de ne kadar yalnız olduğunu. Daha sayılamayacak milyonlarca duygu her sabah kalkar kalkmaz aynanın önünde kendini tanımak istercesine duruyor.
Ayna sana seni gösteriyor. Aynaya bakında gerçeğini anlıyorsun. Sabah kalk ve aynanın karşısına geç. Kendinle ilgili aklından geçen ilk yorumu aynaya bakarak devamlı tekrarla. İşte o aklından geçen ilk yorum seni yansıtıyor. Hep seni yansıtacak. Sen bütün alışkanlıklarını, davranışlaarını, kötülüklerini veya iyiliklerini, her şeyini yatağa girmeden önce unutmazsan, uyumadan önce aklından çıkarmazsan...

9 Şubat 2012 Perşembe

YAPA-YALNIZLIK*

"Yapa-yalnızlık
1 kişilik
Malzeme: 1 kişi. Olabildiğince fazla ilişki girişimi.
Hazırlanışı: Kadın ya da erkek tarafından hazırlanabilir. Hazırlanışı biraz uzun zaman aldığından zahmetlidir. Ustalıkla yapılabilen, pişirilmesi diğerlerine göre zor ama bir o kadar da lezzetli bir çeşittir. Birçok ilişki denenir. Özellikle her ilişkinin ilk günleri büyük bir coşkuyla yaşanır. En güzel sözcükler, en güzel öpüşlere karıştırılır. Her yeni ten, keşfedilmemiş bir coğrafyaymışçasına fethedilir. Bütün bu ilişkileri kısa tutabilmek, hepsinde sonsuz bir mutsuzluk yaşamaya çalışmak gerekmektedir. İlişkilerde yaşanan mutsuzluğun giderek artması, kişinin giderek içine kapanması, ayrı bir lezzet verecektir. Kişi artık ilişki yaşayamayacak kadar yorgun ve mutsuz hale geldiğinde, yapa-yalnızlık hazır olur. Alkolle servis edilir."

*Yekta Kopan, Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri.

ÖLÜM

Artık ölümden daha da çok korkuyorum. Nereye gideceğimi bilmediğimden korkmuyorum. Dinsel bir korku da değil, hayır. Nasıl öleceğimden de çok fazla korkmaz oldum. En büyük korkum arkamda bırakacağım insanlar olacak. Şimdi ölmüş olabileceğimi düşünüyorum. Ailem ne yapar? Özellikle annem ve babam? Beni gerçekten seven ve samimi olan arkadaşlarım ne yapar? Unutulur muyum yoksa onların kalbinin içinde hep bir yerlerde kalır mıyım diye düşünüyorum. Aslında düşünüyordum; artık cevabımı biliyorum.
İnsan hiç unutmuyor ölümü. Belki unutmuş gibi davranıyor, belki de sürekli ağlayan biri olmak istemediği için hatırlamadığını kendine söyleyerek kendini kandırıyor. Gerçek şu ki, insan yatağa yattığı her an bugün hayatımda ne değişti, hayatımda kimler yok diye düşünüyor. Acım belki hafifliyor ama asla unutulmuyor. Dedem hiçbir saniye aklımdan çıkmıyor, hep kilitli kapılarımın içinde dedemin öldüğü bilgisi benimle alay ediyor. Bundan sonra hiçbir doğum günüm eskisi gibi olamayacak, çünkü ben "kutlu doğum hafta"mda dedemi kaybettim. Artık her doğum günüm yaklaştığında dedemi hatırlayacağım. Artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak. Ama hiçbir zaman da onu unutmayacağım.
Bir daha onu görememek, sesini duyamamak, öpememek, sarılamamak... Bütün bu bilgiler her seferinde benim donmama sebep oluyor. Çok kolay ağlayan bir insan olarak, dedemin öldüğünü duyunca hiç ağlamadım, ağlayamadım. İnsan donup kalıyor, kas katı kesiliyor. Hiç inanmazdım, duygusuzlar derdim bu tip insanlara. İnsan başına gelmedikçe bilemezmiş. Ben de dondum, kas katı kesildim. Ağzımdan hiçbir ifade çıkamadı, konuşma yeteneğimi kaybettim. Tam kırkbeş gün oldu. Acı hiç dinmedi. Hiç dinmeyecek.

MANTIK ODALARIM

Sen ve ben, birlikteyiz, konuşuyoruz, muhabbet sarıyor, gülüşüyoruz, kahkahalar atıyoruz. Ne olduğunu anlamadan seni öpüyorum. Sen de beni öpüyorsun tereddütsüz, zaten her zaman istediğin şeydi bu. Vücutlarımız sıcaktan giysilerimize yapışmış olduğu için üstümüzü çıkarıyoruz. Aslında bu yüzden çıkarmıyoruz. Birazdan sevişeceğiz. Hızlıyız ama acele etmiyoruz, çünkü meraklıyız. Vücudumdaki her parçayı denemek istiyorsun. Senelerce beni arzuladığını biliyorum, o yüzden buna izin veriyorum. Aslında bu yüzden izin vermiyorum. O anda senden başka bir şey düşünemiyorum. Beynimin bütün mantık odaları adeta kilitleniyor. Sadece tek bir oda açık, biz de zaten şu an o odanın içindeyiz. Üzerindeki tişörtü çıkardığımda vücuduna bakmaya doyamıyorum. Sırtını ellemeye doyamıyorum. Terlemişsin ama bu bana hiç önemli gelmiyor. Beni arzuyla öpmeye devam ediyorsun, delice, istekli. Her şey o kadar güzel gidiyor ki, hiç bitmesin istiyorum; çünkü biliyorum ki, bittiği anda beynimin şu an kapalı olan bütün mantık odalarının anahtarları bir anda kilidi açacak ve bütün bilgiler bir anda zihnime, daha doğrusu mantığıma yerleşecek. İşte o saniyeden sonra ne ben ne de sen eskisi gibi olacağız.

BAŞLANGIÇ

Eski günlerimi hayatım boyunca hiç özlemedim, özlemem. Uyandığım her sabah, yeni bir günden öte yeni bir başlangıç. Eskiden yaşanan her şey eskiye ait kalan anılar, silinmemesi gereken, her zaman hatırlanmak istenen ve kesinlikle eskiye bağlı kalmak zorunda olan. Bir günü sadece tek bir gün olarak düşününce, belki hayatın yavaş geçtiğini düşünebilirim. Ancak bunu artık düşünmüyorum, çünkü her gün yirmidört saat daha yaşlanıyorum. Arkamda "keşke"lerim oldu ama artık hepsini bir kenara koyuyorum, eskiden yaşananlar sandığına kilitliyorum ve beynimde en az yer kaplayan küçücük odacığa kaldırıyorum; belki seneler sonra hatırlamak zorunda kalacağım anılar olabilir diye silip atmıyorum. Yaşadığım hiçbir şeyden pişman olmamayı, yaşamadığım hiçbir şeye keşke dememeyi öğreniyorum. En güzel tarafı da, yapabildikçe daha da cesaretlenmem, cesaretlendikçe daha da mutlu olmam ve aslında yaşamın ne kadar kısa olduğunu ve her anını çok iyi değerlendirmem gerektiğini anlamam. O yüzden geleceğe dair planlar yapıyorum, geçmişe ait bütün pişmanlıklarımı ve hüzünlerimi birer anı olarak saklıyorum.
Uyandığım her sabah, yeni bir günden öte yeni bir başlangıç. Bu başlangıca, bütün bu duygularımla başlayabilmek ise yeni ve mutlu günden öte yeni ve mutlu bir başlangıç, yeni ve mutlu sonu hakeden.

1 Şubat 2012 Çarşamba

ŞUBAT

Yılın neredeyse en soğuk ayı.
Dışarıda mükemmel bir kar yağıyor.
Sıcak çikolatam, ben ve fonda en sevdiğim müzik,
Üzerimde battaniyem ve sıcak su torbam,
Elimde en sevdiğim romanımla beraber,
Şubat ayının keyfini çıkarıyorum.
Dışarıda binlerce evsiz karlar altında yaşamaya çalışırken,
Sokak hayvanları uğursuz kışı atlatmaya çalışırken,
"Benim keyfim yerinde bu haksızlık" diye düşünüyorum.
Bu düşünce biraz bencilce geliyor.
Yardım etmek istiyorum.
Van depreminden sonra oradaki yurttaşlarıma,
Evsiz insanlara,
Sokak hayvanlarına,
Dindarlara ve tinercilere,
Din ve mezhep ayırt etmeden.
Elimde Paul Auster'in en sevdiğim romanıyla birlikte,
Romana kendimi veremeyerek,
Bu düşüncelerle birlikte,
Uyuyakalıyorum.
Sabah kalktığımda normal hayatıma geri dönüyorum.
...