Arka bahçedeki
barakada tam tamına yedi tane at vardı. İçlerinden en güzelleri
iki tane kızıl attı. Ne kırmızıydılar, ne de turuncuydular;
kelimenin tam anlamıyla kızıldılar. Kimse daha önce bu kadar
güzel iki at görmemişti. Herkes onları satın almak için çok
büyük paralar teklif etmişlerdi fakat atların sahipleri onların
daha hazır olmadığını söylüyor, bu şekilde de fiyatlarının
daha çok artmasını sağlıyordu.
Doğduklarından
beri bu evde büyümüş ve yetişmiş olan bu atların başka hayvan
dostları da vardı elbette; öküzler, inekler, tavuklar, domuzlar,
köpekler. Sahipleri, onları mükemmel eğitiyordu ve hayvanlarının
ona sadık olduğundan hiç şüphesi yoktu. Oysaki, durum onun
sandığı kadar güllük gülistanlık da değildi.
Çok
çalıştırıldıklarından şikayet eden atlar, aralarında
konuşarak buna bir son vermelerinin gerektiği kanısına
varmışlardı. Artık üstlerine eyer vurulmasını istemiyorlardı,
özgürce atlayıp, dört nala koşmak, istedikleri zaman yemlerini
yemek istiyorlardı. Aslında hepsi sahibini seviyordu fakat günün
birinde, onlardan vazgeçileceğini de biliyorlardı ve bu düşünce
yüzünden her gün içlerindeki sevgi, nefrete dönüşüyordu.
Günün birinde bu konuyu diğer hayvanlara açmak isteyecekler,
fakat bekledikleri tepkiyi göremeyeceklerdi. Bu olayda yalnızdılar
ve hiçkimseden yardım gelmeyeceğini çok acı bir biçimde
öğreneceklerdi.
Başkaldırıya
öncelikle, arabayı sürmemekle başladılar. Ancak, buna ne zaman
kalkışırlarsa, sahip kırbacı sırtlarına öyle bir vuruyor ki,
acıdan kıvranıyorlar ve direnemeyerek arabayı sürmeye
başlıyorlardı. Hiçbir hayvan dostları, sahibin, bu dünyadaki en
güzel iki atı neden bu kadar çalıştırdığına bir anlam
veremiyorlardı. Fakat, nedeni çok açıktı; bir at ne kadar
tecrübeliyse, ne kadar çok iş yapabiliyorsa, o kadar da pahalıydı
bu kasabada. İşte bu yüzden her işi o ikisi yapıyorlardı ve
geriye kalan diğer beş at bütün gün yan gelip yatıyorlardı.
Kızıl
atlardan erkek olanı, dişiye göre daha dayanıklıydı. Kırbaç
zamanlarında bile erkek at bu denli büyük bir acıya
dayanabilirken, dişi onun yanında daha güçsüz kalıyordu ve en
ufak bir darbede hemen pes ediyordu. Erkek at ona, geceleri herkes
uyuduktan sonra, dayanıklılığını arttırmak için birtakım
antremanlar yaptırıyordu fakat bu antremanlar onun için
dayanıklılık testinden çok ertesi gün yorgunluğuna dönüşüyordu.
Böylece, çok daha fazla çelimsiz oluyordu.
Bir gece bu iki
kızıl at, bütün ev uykuya daldıktan sonra, bu konuyu diğer
atlar ile konuşmak için karar almışlardı. Bütün gün
yaşadıkları olayları, çektiği eziyetleri ve acıları onlarla
paylaştılar ve yardım istediler. Nasıl olsa onlar da attılar ve
onların halinden anlarlardı. Bütün umutlarının tükendiğini,
yapılacak tek şeyin birlik olup bunun üstesinden gelmek veya hep
beraber bu eziyetten kaçmak olduğunu söylediler. Ancak, olaylar
hiç de onların beklediği şekilde gelişmemişti:
-Ben bütün gün
otluyorum ve halimden çok memnunum, buradan kaçıp gitmek istediğim
en son şey olurdu, her gün yemek yiyebiliyorum. Siz bana her gün
yemek bulmamın garantisini verebiliyor musunuz?
diye sormuştu
içlerinden bir tanesi. Diğerleri de bu fikri çok sevmişlerdi ve
hep bir ağızdan bunun imkansız olduğunu ve en yakın zamanda bu
düşünceden vazgeçmeleri gerektiğini haykırdılar.
İşte yalnız
kalmışlardı. Dişi kızıl, diğer hayvan dostlarından yardım
almak için bir öneride bulunmuştu fakat erkek kızıl bunu
denemeye bile gerek olmadığını, cinslerinin bile kendilerine
sahip çıkmadıklarını, çareyi başka cinslerde aramamaları
gerektiğini söylemişti. Dişi kızıl, yine de şansını denemek
istiyordu. Erkek kızıl ile beraber ya da tek başına! Bunu
yapacaktı, sonucu ne olursa olsun.
Ertesi gün,
diğer ahıra giderek hayvan dostlarıyla konuşmak istediğini
bildirdi. Konuşması bittiğinde ne köpekler, ne öküzler, ne
domuzlar, ne tavuklar bu fikri beğenmemişti ve diğer atların
söylediklerinden farklı bir şey söylememişlerdi. Dişi kızıl
sinirlenerek:
-Şu anda rahat ve
konfor içinde yaşıyor olabilirsiniz ama öyle bir gün gelecek ki,
benimle birlik olmadığınıza pişman olacaksınız. Erkek kızıl
ve ben, sonuç ne olursa olsun bunu deneyeceğiz. Eğer ölürsek de,
gururumuzla ölürüz, diyerek ahırdan koşarak çıktı. Bir daha
da o ahıra ayak basmamıştı.
Artık resmi
olarak yalnızdılar. Tek yapmaları gereken bir kusursuz bir plandı
ve sonra özgürlüğe doğru yola çıkacaklardı. Daha önce bu
kasabadan dışarı çıkmamışlardı, uzak olarak gördükleri tek
yer sahibinin çocuğunun okuluydu. Fakat onlar, daha da uzağa
gitmek istiyorlardı. Bilmedikleri yerlerden geçip, dağları aşıp,
ovaları geçip, nehirlerden su içip, ağaç gölgelerinde
dinlenerek ulaşacakları o mükemmel yere. O yerin neresi olduğunu
kendileri de bilmiyorlardı. Tek bildikleri şey, yola çıktıktan
sonra çok dikkatli olmaları gerektiğiydi. Sonuçta herkes onların
peşine düşecekti, bunu biliyorlardı. Aynı zamanda da çok güzel
ve farklı iki attılar. Eğer bir insanoğluyla karşılaşırlarsa,
başına gelecekleri yine bu çiftliktekinin aynısı olacağını
çok iyi biliyorlardı. Yine de, kendi güçlerinin de
farkındaydılar. Bilhassa, özgür kaldıklarında insanoğlundan
çok daha fazla güçlü olduklarını biliyorlardı. Ancak tek sorun
özgür kalmalarıydı.
Günler ayları
kovaladı. İki kızıl, çiftlikten okula, okuldan çiftliğe
yolları arşınlamaya devam ettiler. Taa ki, planlarını yaptıkları
güne kadar. Planlarını uygulamaya başladıkları anda mükemmel
bir şey olmuştu. Onların da, hiçkimsenin de beklemediği bir şey.
İşte bu olaydan sonra her şey çok farklı olacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder