21 Eylül 2011 Çarşamba

KIZIL DERİLİLER (3. BÖLÜM: ATLAR)


     Arka bahçedeki barakada tam tamına yedi tane at vardı. İçlerinden en güzelleri iki tane kızıl attı. Ne kırmızıydılar, ne de turuncuydular; kelimenin tam anlamıyla kızıldılar. Kimse daha önce bu kadar güzel iki at görmemişti. Herkes onları satın almak için çok büyük paralar teklif etmişlerdi fakat atların sahipleri onların daha hazır olmadığını söylüyor, bu şekilde de fiyatlarının daha çok artmasını sağlıyordu.

     Doğduklarından beri bu evde büyümüş ve yetişmiş olan bu atların başka hayvan dostları da vardı elbette; öküzler, inekler, tavuklar, domuzlar, köpekler. Sahipleri, onları mükemmel eğitiyordu ve hayvanlarının ona sadık olduğundan hiç şüphesi yoktu. Oysaki, durum onun sandığı kadar güllük gülistanlık da değildi.

     Çok çalıştırıldıklarından şikayet eden atlar, aralarında konuşarak buna bir son vermelerinin gerektiği kanısına varmışlardı. Artık üstlerine eyer vurulmasını istemiyorlardı, özgürce atlayıp, dört nala koşmak, istedikleri zaman yemlerini yemek istiyorlardı. Aslında hepsi sahibini seviyordu fakat günün birinde, onlardan vazgeçileceğini de biliyorlardı ve bu düşünce yüzünden her gün içlerindeki sevgi, nefrete dönüşüyordu. Günün birinde bu konuyu diğer hayvanlara açmak isteyecekler, fakat bekledikleri tepkiyi göremeyeceklerdi. Bu olayda yalnızdılar ve hiçkimseden yardım gelmeyeceğini çok acı bir biçimde öğreneceklerdi.

     Başkaldırıya öncelikle, arabayı sürmemekle başladılar. Ancak, buna ne zaman kalkışırlarsa, sahip kırbacı sırtlarına öyle bir vuruyor ki, acıdan kıvranıyorlar ve direnemeyerek arabayı sürmeye başlıyorlardı. Hiçbir hayvan dostları, sahibin, bu dünyadaki en güzel iki atı neden bu kadar çalıştırdığına bir anlam veremiyorlardı. Fakat, nedeni çok açıktı; bir at ne kadar tecrübeliyse, ne kadar çok iş yapabiliyorsa, o kadar da pahalıydı bu kasabada. İşte bu yüzden her işi o ikisi yapıyorlardı ve geriye kalan diğer beş at bütün gün yan gelip yatıyorlardı.

     Kızıl atlardan erkek olanı, dişiye göre daha dayanıklıydı. Kırbaç zamanlarında bile erkek at bu denli büyük bir acıya dayanabilirken, dişi onun yanında daha güçsüz kalıyordu ve en ufak bir darbede hemen pes ediyordu. Erkek at ona, geceleri herkes uyuduktan sonra, dayanıklılığını arttırmak için birtakım antremanlar yaptırıyordu fakat bu antremanlar onun için dayanıklılık testinden çok ertesi gün yorgunluğuna dönüşüyordu. Böylece, çok daha fazla çelimsiz oluyordu.

     Bir gece bu iki kızıl at, bütün ev uykuya daldıktan sonra, bu konuyu diğer atlar ile konuşmak için karar almışlardı. Bütün gün yaşadıkları olayları, çektiği eziyetleri ve acıları onlarla paylaştılar ve yardım istediler. Nasıl olsa onlar da attılar ve onların halinden anlarlardı. Bütün umutlarının tükendiğini, yapılacak tek şeyin birlik olup bunun üstesinden gelmek veya hep beraber bu eziyetten kaçmak olduğunu söylediler. Ancak, olaylar hiç de onların beklediği şekilde gelişmemişti:

     -Ben bütün gün otluyorum ve halimden çok memnunum, buradan kaçıp gitmek istediğim en son şey olurdu, her gün yemek yiyebiliyorum. Siz bana her gün yemek bulmamın garantisini verebiliyor musunuz?
diye sormuştu içlerinden bir tanesi. Diğerleri de bu fikri çok sevmişlerdi ve hep bir ağızdan bunun imkansız olduğunu ve en yakın zamanda bu düşünceden vazgeçmeleri gerektiğini haykırdılar.

     İşte yalnız kalmışlardı. Dişi kızıl, diğer hayvan dostlarından yardım almak için bir öneride bulunmuştu fakat erkek kızıl bunu denemeye bile gerek olmadığını, cinslerinin bile kendilerine sahip çıkmadıklarını, çareyi başka cinslerde aramamaları gerektiğini söylemişti. Dişi kızıl, yine de şansını denemek istiyordu. Erkek kızıl ile beraber ya da tek başına! Bunu yapacaktı, sonucu ne olursa olsun.

     Ertesi gün, diğer ahıra giderek hayvan dostlarıyla konuşmak istediğini bildirdi. Konuşması bittiğinde ne köpekler, ne öküzler, ne domuzlar, ne tavuklar bu fikri beğenmemişti ve diğer atların söylediklerinden farklı bir şey söylememişlerdi. Dişi kızıl sinirlenerek:

     -Şu anda rahat ve konfor içinde yaşıyor olabilirsiniz ama öyle bir gün gelecek ki, benimle birlik olmadığınıza pişman olacaksınız. Erkek kızıl ve ben, sonuç ne olursa olsun bunu deneyeceğiz. Eğer ölürsek de, gururumuzla ölürüz, diyerek ahırdan koşarak çıktı. Bir daha da o ahıra ayak basmamıştı.

     Artık resmi olarak yalnızdılar. Tek yapmaları gereken bir kusursuz bir plandı ve sonra özgürlüğe doğru yola çıkacaklardı. Daha önce bu kasabadan dışarı çıkmamışlardı, uzak olarak gördükleri tek yer sahibinin çocuğunun okuluydu. Fakat onlar, daha da uzağa gitmek istiyorlardı. Bilmedikleri yerlerden geçip, dağları aşıp, ovaları geçip, nehirlerden su içip, ağaç gölgelerinde dinlenerek ulaşacakları o mükemmel yere. O yerin neresi olduğunu kendileri de bilmiyorlardı. Tek bildikleri şey, yola çıktıktan sonra çok dikkatli olmaları gerektiğiydi. Sonuçta herkes onların peşine düşecekti, bunu biliyorlardı. Aynı zamanda da çok güzel ve farklı iki attılar. Eğer bir insanoğluyla karşılaşırlarsa, başına gelecekleri yine bu çiftliktekinin aynısı olacağını çok iyi biliyorlardı. Yine de, kendi güçlerinin de farkındaydılar. Bilhassa, özgür kaldıklarında insanoğlundan çok daha fazla güçlü olduklarını biliyorlardı. Ancak tek sorun özgür kalmalarıydı.

     Günler ayları kovaladı. İki kızıl, çiftlikten okula, okuldan çiftliğe yolları arşınlamaya devam ettiler. Taa ki, planlarını yaptıkları güne kadar. Planlarını uygulamaya başladıkları anda mükemmel bir şey olmuştu. Onların da, hiçkimsenin de beklemediği bir şey. İşte bu olaydan sonra her şey çok farklı olacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder