1 Eylül 2011 Perşembe

Bodrum Dolmuş Macerası


  Hayatımda acı çekmeme rağmen bu yol bitmesin dediğim yegane dolmuş Gölköy-Turgutreis dolmuşudur. Bu sefer yalnızım, Melike ve Öykü'den ayrılıp başka bir arkadaşıma -Yalıkavak'a- gitmek için ayrılıyorum. Önce her şey sakin ve sessiz. Derken...
  O küçük kız çocuğu biniyor dolmuşa. Elinde bir tane poşet, diğer elinde de iki tane bebek. "Ben Turgutreis'e gidiyorum, babaannemin yanına" diyor şoföre. Hepimiz kırılıyoruz gülmekten. Şoför, "ben senin babaannenin evini nereden bileyim?" diyor. "Ben tarif ederim, merak etme" diyor, sanki taksi tutmuş gibi. Sonra başlıyor yanındaki kızla konuşmaya.
  "Baaak, bu benim en sevdiğim bebeğim."
  "Şurasına basınca, ses çıkartıyor"
  "Bu bebeği de bana anneannem aldı"
  "Benim babaannem Turgutreis'te oturuyor ama biz Gölköy'de oturuyoruz"
Derkeeen...
8 kişilik nine tayfası geliyor arabaya. İplikçi Osman'a gideceklermiş, ellerinde poşetler. Bir kez daha gülüyoruz. Şoför, iplikçi Osman'ı nereden bilsin? Yalıkavak garajından biraz sonra ineceklermiş. Tabi bu arada biz kalkıp yer veriyoruz.
  Derkeeen...
Otobüs öyle bir doluyor ki... Benim bavul öyle bir yer kaplıyor ki... Ve halen daha da binen binene. Ama Bodrum insanı sıcakkanlı, bencil, hırslı değil. Hapşuruyorum, belki arka arkaya altı defa. Bana çok yaşa diyorlar hep bir ağızdan. O anda İstanbul insanından tiksiniyorum.
  Garip bir şekilde de herkes herkesi tanıyor, muhabbet ediyorlar falan. Çok hoşuma gidiyor, ben de gözlemliyorum.
  En sonunda artık tıka basa dolan dolmuşa iki bebekli anne biniyor. İşte bir tane hafif orta yaşı biraz geçmiş bir kadın başlıyor organizasyona.
  "Oğlum sen kalk bak bebekli hanım var"
  "Kızım sen de küçücüksün, kurulmuşsun arkaya, kalk ablaya yer ver"
Derken benim telefonum çalıyor. Arayan beni bekleyen arkadaşım. "Neredesin?" diye soruyor. Daha Gündoğan'dan yeni çıktığımızı ve dolmuşun 10 ile gittiğini söylüyorum, gülüyoruz. O sırada yanımdaki -yine orta yaşlıyı hafif geçmiş amca- "arkadaşınıza söyleyin anca yarın Yalıkavak'ta olursunuz keh keh keh" diyor ben de kendimi tutamayıp gülmeye başlıyorum. Ve amcacığım hemen organizatör kadına dönüyor ve imrenerek; "vallahi sizden iyi başbakan olur, ülkeyi iyi yönetirsiniz, hemen dolmuşu organize ettiniz" diyor. Kadın hoşuna gitmiş bir şekilde gülüyor; "Yalıkavak'ta inenler olursa oturma sırası bize gelecek, ben asıl o zaman bir 'solüsyon' bulurum bize" diyor.
  Adam hemen "evet, bir 'solüsyon' bulmalı" diyor ve ekliyor; "fransızca da biliyorsunuz sanırım". Kadın konuşmayı fazla uzatmak istemeyen bir edayla kafasını sallıyor.
  Ama yok... Adam konuşmakta ısrarlı. "Il faut trouver une solution" deyiveriyor ve ben artık kendimi tutamıyorum gülmeye başlıyorum. Adam bana dönüyor -zaten hemen yanındayım-, "siz anladınız galiba" diyor. Ben de evet der gibi başımı sallıyorum. Fransızca konuşmakta çok ısrarlı, tekrar bana dönüp; "est-ce que vous avez compris?" diyor ben de dayanamayıp gülüyorum ve "oui" diyorum.
  Hemen diğer yanımdaki çocuk "dolmuşumuz da çok kültürlü herkes fransızca konuşabiliyor" dediği anda bütün yaşlılar keh keh keh keh şeklinde gülmeye başlıyor. Çok komik(!) bir espriymiş, pek bir hoşlarına gitmiş. Sonra çocuk amcaya dönüp "sizin fransızcanız nereden geliyor?" diye soruyor. Amca zaten konuşma meraklısı hemen anlatıveriyor; "evladım çok gariptir ama ben televizyondan öğrendim, her gün senelerce fransız kanalını açardım karşısına otururdum ve hiç kalkmazdım, senelerce böyle sürüp gitti" diyor. İşte tam o sırada Yalıkavak garajına geliyoruz. İnmek zorunda kalıyorum ama hiç istemeye istemeye iniyorum. Kim bilir sonunda neler konuşulmuştu? Halen daha meraktayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder