Hayatımda acı
çekmeme rağmen bu yol bitmesin dediğim yegane dolmuş Gölköy-Turgutreis
dolmuşudur. Bu sefer yalnızım, Melike ve Öykü'den ayrılıp başka bir arkadaşıma
-Yalıkavak'a- gitmek için ayrılıyorum. Önce her şey sakin ve sessiz. Derken...
O küçük kız çocuğu
biniyor dolmuşa. Elinde bir tane poşet, diğer elinde de iki tane bebek.
"Ben Turgutreis'e gidiyorum, babaannemin yanına" diyor şoföre.
Hepimiz kırılıyoruz gülmekten. Şoför, "ben senin babaannenin evini nereden
bileyim?" diyor. "Ben tarif ederim, merak etme" diyor, sanki
taksi tutmuş gibi. Sonra başlıyor yanındaki kızla konuşmaya.
"Baaak, bu
benim en sevdiğim bebeğim."
"Şurasına basınca,
ses çıkartıyor"
"Bu bebeği de
bana anneannem aldı"
"Benim
babaannem Turgutreis'te oturuyor ama biz Gölköy'de oturuyoruz"
Derkeeen...
8 kişilik nine tayfası geliyor arabaya. İplikçi Osman'a
gideceklermiş, ellerinde poşetler. Bir kez daha gülüyoruz. Şoför, iplikçi
Osman'ı nereden bilsin? Yalıkavak garajından biraz sonra ineceklermiş. Tabi bu
arada biz kalkıp yer veriyoruz.
Derkeeen...
Otobüs öyle bir doluyor ki... Benim bavul öyle bir yer
kaplıyor ki... Ve halen daha da binen binene. Ama Bodrum insanı sıcakkanlı,
bencil, hırslı değil. Hapşuruyorum, belki arka arkaya altı defa. Bana çok yaşa
diyorlar hep bir ağızdan. O anda İstanbul insanından tiksiniyorum.
Garip bir şekilde de
herkes herkesi tanıyor, muhabbet ediyorlar falan. Çok hoşuma gidiyor, ben de
gözlemliyorum.
En sonunda artık
tıka basa dolan dolmuşa iki bebekli anne biniyor. İşte bir tane hafif orta yaşı
biraz geçmiş bir kadın başlıyor organizasyona.
"Oğlum sen kalk
bak bebekli hanım var"
"Kızım sen de
küçücüksün, kurulmuşsun arkaya, kalk ablaya yer ver"
Derken benim telefonum çalıyor. Arayan beni bekleyen
arkadaşım. "Neredesin?" diye soruyor. Daha Gündoğan'dan yeni
çıktığımızı ve dolmuşun 10 ile gittiğini söylüyorum, gülüyoruz. O sırada
yanımdaki -yine orta yaşlıyı hafif geçmiş amca- "arkadaşınıza söyleyin
anca yarın Yalıkavak'ta olursunuz keh keh keh" diyor ben de kendimi
tutamayıp gülmeye başlıyorum. Ve amcacığım hemen organizatör kadına dönüyor ve
imrenerek; "vallahi sizden iyi başbakan olur, ülkeyi iyi yönetirsiniz,
hemen dolmuşu organize ettiniz" diyor. Kadın hoşuna gitmiş bir şekilde
gülüyor; "Yalıkavak'ta inenler olursa oturma sırası bize gelecek, ben asıl
o zaman bir 'solüsyon' bulurum bize" diyor.
Adam hemen
"evet, bir 'solüsyon' bulmalı" diyor ve ekliyor; "fransızca da
biliyorsunuz sanırım". Kadın konuşmayı fazla uzatmak istemeyen bir edayla
kafasını sallıyor.
Ama yok... Adam
konuşmakta ısrarlı. "Il faut trouver une solution" deyiveriyor ve ben
artık kendimi tutamıyorum gülmeye başlıyorum. Adam bana dönüyor -zaten hemen
yanındayım-, "siz anladınız galiba" diyor. Ben de evet der gibi
başımı sallıyorum. Fransızca konuşmakta çok ısrarlı, tekrar bana dönüp;
"est-ce que vous avez compris?" diyor ben de dayanamayıp gülüyorum ve
"oui" diyorum.
Hemen diğer
yanımdaki çocuk "dolmuşumuz da çok kültürlü herkes fransızca
konuşabiliyor" dediği anda bütün yaşlılar keh keh keh keh şeklinde gülmeye
başlıyor. Çok komik(!) bir espriymiş, pek bir hoşlarına gitmiş. Sonra çocuk
amcaya dönüp "sizin fransızcanız nereden geliyor?" diye soruyor. Amca
zaten konuşma meraklısı hemen anlatıveriyor; "evladım çok gariptir ama ben
televizyondan öğrendim, her gün senelerce fransız kanalını açardım karşısına
otururdum ve hiç kalkmazdım, senelerce böyle sürüp gitti" diyor. İşte tam
o sırada Yalıkavak garajına geliyoruz. İnmek zorunda kalıyorum ama hiç istemeye
istemeye iniyorum. Kim bilir sonunda neler konuşulmuştu? Halen daha meraktayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder