18 Eylül 2011 Pazar

HAKSIZLIK

Herkesin bildiği ve konuştuğu bir kadın vardı. Bu kişinin ne güzelliğiydi, ne alçakgönüllülüğüydü ne de zekasıydı konuşulan. Muhabbeti ve tartışma konuları etrafındaki herkesi rahatsız ediyordu. Hatta kızı da dahil hiç kimse onunla bir yerlere gitmek, birkaç organizasyona katılmak, vakit geçirmek istemiyordu; çünkü, ağzını açtığı andan itibaren kimse onu dinleme tahammülünü göstermiyor; daha doğrusu gösteremiyordu.
Yaptığı tek şey; yaşadığı hayatı görgüsüzce gözler önüne sermek, zengin olmayan insanlarla muhabbetini kesmek, etrafta saçma sapan, 43 yaşındaki çocuklu bir kadına yakışmayacak birtakım sözler sarf etmekti. Her şeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini sanarak kendini rezil etmek, sürekli kızıyla ilgili -benim kızım çok güzel, çok akıllı, çok zeki, sevgilisi böyle yakışıklı, hayalleri ve amaçları şöyle güzel- etrafa hava basmaktı.
Ortadan kaybolduğunda onun hakkında bir sürü dedikodular dolanırdı. Arkadaşım dediği insanlar, O ortada yokken, arkasında milyonlarca olur olmadık sözler söylerlerdi. Sürekli konuşup, hiç susmadığı için alay konusu olurdu. Herkes ama herkes onun açığını yakalamak istercesine birtakım garip davranışlar sergilerlerdi.
İçlerinde bir kişi vardı. Bu bir kişi de başından beri bahsi geçen kadını sevmemesi -aslında sevmemek doğru kelime olamazdı; doğru kelime, son zamanlarda hoşlanmamaya başlamak olabilirdi- için yeterli sayıda olay yaşamıştı. Onun için bile düşünceden öteye geçemeyen "hayallerini" ilk defa ona anlatmıştı. Sonuç olarak ise; başka insanların ağzından kendi hayallerini alaycı ve dalgacı bir şekilde öğrenmişti. Sonradan görme kızıyla ilişkisini keseli zaten birkaç ay -belki de bir yıl- olmuştu; çünkü, onun da konuştuğu tek konu PARAydı. Oysaki kendisi minimum kazançla olabildiğine yüksek manevi tatminliği hedeflemişti. Onun için ne marka, ne haut-niveau yaşam tarzı ne de her yıl "çıkılmak zorunda olunan" -sırf diğerlerine hava basmak için yapılan yurtdışı planları önemli değildi. İstediği tek şey vardı; o da manevi mutluluğu yakalayıp ölene kadar kaybetmemeye çalışmaktı.
Kadın, sürekli bir şekilde hayatını överken su altından da onun hayatını yerin dibine batırmayı amaçlamış gibi birtakım lüzumsuz davranışlarda bulunuyordu. Aslında sadece ona karşı da değil, bunu herkese karşı yapıyordu. Belki istemeyerek, farkında olmayarak... Kim bilir? Kimse bilemez. Ancak; bu sadece kompleksli insanların yapacağı türden bir hareketti.
İşte bir gece... Muhabbet doruktayken, yenilip içilirken, insanlar mutlu ve kimse bu kadını takmamaya özen gösterirken, bütün bunlar olup biterken, kadın geç oldu gerekçesiyle oturduğu yerden kalkıp herkese veda ediyordu. Gittikten sonra bir söz sadece bir söz; "başım ağrıdı!"
Bütün seneler boyunca etrafındaki insanlar bir şekilde hep bu kadının arkasından konuşurlarken, o susmuştu hep dinlemişti. Sadece bir kere yaşadığı -belki de artık daha fazla içine atamayıp yaşayamadığını fark ederek içinde oluşan duygu patlamasıyla verdiği küçük çaplı bir tepki cümlesiydi verdiği bu tepki: Başım ağrıdı!
Altından çok anlam çıkarılabilecek bir sözcüktü. Başı ağrımıştı ama neden? Kadın susmazcasına konuştuğu için mi? Yoksa görgüsüzlüğünden dolayı mı? Belki de sadece başı ağrımıştır ve ağrı kesiciye ihtiyacı vardır. Ya da o bile bu sözcüğü söylerken farkında değildir, olamaz mı? Belki de kasten söylemiştir. Onun hakkında ya da değil. Ne önemi var ki? Önemli olan tek şey bu laftan sonra insanların -kadın hakkında susmadan sürekli dedikodu yapan insanların- bu tepkiyi ayıplamasıydı.
Böylece artık yemin etmişti konuşmamaya, insanlarla ilgilenmemeye ve birkaç kişi dışında kimseyle görüşmemeye. Artık hiçbir şey önemli değildi, umrunda değildi. Umrunda olan tek şey artık; kendisi ve hayatıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder