5 Ekim 2011 Çarşamba

ÜTOPYA YA DA DEĞİL


İnsanların inandığı doğruların çoğu, birtakım -hatta hepsi- değer yargıları, gelenekler ve görenekler, aile bağları gibi kavramlar benim ilgimi çekmiyor. Hatta o kadar ilgimi çekmiyor ki bazen başıma bela açabiliyor. Ancak, benim inandığım ve "kendimce" doğruluğunu kanıtladığım bir şey var. İşte bu "şey" yüzünden inanmıyorum.
Önce doğrulardan başlamak istiyorum. Bu dünyada "doğru" dediğimiz bir şey hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Halkın çoğunluğunun kabul ettiği ve olması gerektiği bazı tezlere biz doğru diyoruz ve bu doğrulardan yasalar oluşuyor. Böylece insanlar birlikte yaşamayı öğreniyorlar çünkü bu çoğunluğun kabul ettiği "doğru"lar olmadan insan birlikte yaşayamaz. Buraya kadar katılıyorum. Ancak bu noktadan sonra ortaya çıkan bir antitez var. Çoğunluğun isteklerini uyguladığımız takdirde azınlığın isteklerini hiçe sayıyoruzdur. İnsan tek bir varlıktır ve istediğini düşünüp uygulamakta özgürdür, çoğunluğa uymak zorunda değildir çünkü çoğunluğun bazı hakları olduğu gibi azınlığın da hakları vardır ve bunu inkar edemeyiz. Eğer inkar edersek bu demokrasiden yoksun olduğumuzu gösterir. Buna karşın, iki tarafında isteklerini doğru olarak kabul ettiğimiz takdirde toplumda yine demokrasiden söz edemeyiz. Bu durumda artık benim ütopyam devreye giriyor ve istediği gibi davranabilen insanları, o toplumu düşünüyorum ve suç oranının en aza indiğini "hayal" ediyorum. Bu tabiki imkansız bir şey. İşte o zaman yine ütopyam devreye giriyor ve günlük ve küçük isteklerden bahsetmeye başlıyorum. Nedir bu küçük istekler? Herkesin istediğini yapabildiği mahalle baskısı olmayan bir bölge hayal ediyorum (ve bunu hayal ederken, büyük kriminal suçları hesaba katmıyorum). Baskılardan bahsettiğim zaman da bu beni ikinci düşünceme götürüyor: Değer yargıları.
Her toplumda değer yargıları farklıdır ama ben Türkiye'de yaşadığım için buradan yola çıkarak düşünüp ütopyamı oluşturmaya devam ediyorum. Tekrar belirtmek isterim ki değer yargılarını da ele aldığımda yukarıdaki gibi kriminal veya maximum değersizlikten bahsetmiyorum. Ne demek istediğimi hemen açıklayayım; bu ülkede cinsellik bilinçaltına itilmiş bir dürtü, insanlar cinselliğin ayıp olduğunu düşünüyor. Bu ülkede sigara içmek, alkol tüketmek yasaklanıyor, bu ülkede engellilerle "özürlü" diye dalga geçiliyor, bu ülkede insanlar cahilleştiriliyor, bu ülkenin bazı mahallelerinde kadın-erkek yan yana yürüyemiyor ve yine bu ülkede insanların cinsel tercihini seçme gibi bir lüksleri yok; gay ve lezbiyenlere kötü yola düşmüş olarak bakılıyor. Aslında bunların hepsini biz kendimiz yaptık. Burdan politikaya girmeye niyetim yok ama bahsettiğim değer yargılarına örnek vermek istedim. Şimdi benim ütopyam buradan sonra tekrar devreye giriyor; cinselliği, cinsel seçimleri aşmış bir toplum, birbirlerine saygı gösteren bir toplum. Kadın ve erkek mahallede yürüdüğünde ortaçağdan kalmış meraklı teyzelerin kafalarının basmaya başlayıp modern düşünebildiği bir ülke. İnsanların tükettiği alkol ve sigaraya karışmayan bir hükümet. Peki ben buna neden ütopya diyorum çünkü aslında bu olabilecek bir şey ki birtakım gelişmiş ülkelerde bu olağan bir şey. Buna ütopya dememin sebebi Türkiye adına konuşuyor olmam.
Gelenekleri, görenekleri ve aile bağlarını bu kısımda toplayacağım. Kısaca şöyle anlatmak gerekirse; iki kişi hayat arkadaşı oluyorlar, çocuk yapmaya karar veriyorlar ve çocuğu dünyaya getiriyorlar. Çocuğa bakmak zorundalar çünkü çocuk yapmak Onların kararı. Çocuğa ellerinden geldiğince bakmak zorundalar çünkü karar verip çocuk yapıyorlar. Çocuk doğuyor ve büyüyor, kendi kararlarını verebilecek yaşa geliyor. O saatten sonra çocuğun -ya da artık gencin de diyebiliriz- verdiği karar aileyi ilgilendirmez. Verdiği kararlara geldiğimde gelenek ve göreneklerden bahsediyorum. Aile yaşlandığında, büyüyen çocuğun kendisine bakmasını isterler. Bu haklı bir istek olabilir ama o çocuğu dünyaya getirirken herhangi bir antlaşma imzalanmadı. Çocuğa "doğmak ister misin?" diye sorulmadı. İşte çocuk, o aileye bakmak zorunda değil ya da aile bağlarını çok geliştirmek zorunda değil. Çocuk isterse kimseyle görüşmeyebilir çünkü bu onun tercihidir. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki vicdan dediğimiz şey ayrıdır ama kimse ama hiç kimse o çocuktan bir şey beklememelidir. O çocuk isteyerek dünyaya gelmedi, ama eğer geldiyse de kendi kararlarını verir.
Sonuç olarak bireylerin teker teker hür, karar verme hakkına sahip ve toplumun da bunu gerçekleştirebilmeleri için ön ayak olmasını istiyorum. Yukarıda saydığım veya buna benzer değer yargılarını, hakları ele almayıp duruma daha geniş bir çerçeveden bakarsam -mesela; suç oranının olmadığını, insanın çıkarlarının olmadığını varsayarsam; yani biraz pembe gözlüklerle bakarsam- buna ütopya derim. Fakat bunları çıkartsam da çıkartmasam da Türkiye için bu saydığım ufacık gibi görünen "şeyler" aslında büyük "şeyler". O yüzden ben buna yine de ütopya demeyi tercih ediyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder