Okullar kapandığı gibi bütün
finallerime girerek ve okulla ilgili bütün uğraşlardan
kurtulduğum gibi bavul hazırlamaya koyuldum. Neredeyse haziran
ortasına gelmiştik ve bu sene Bodrum için çok geç kalmıştım
bile. Babamın arkadaşı beni her gün arıyor, biletimi alıp
almadığımı, gelmeye hazır olup olmadığımı, orada sezonun
çoktan açıldığını ve her sene olduğu gibi bu sene de işi
bilen birine -yani senelerdir her yaz onun butik otelinde çalıştığım
için bana- ihtiyaçları olduklarını söyleyip duruyorlardı.
Babamla arkadaşı senelerdir
dostluklarını sürdürmeyi başarmış, evlendiklerinde bile her
haftasonu beraber yemeğe -ya da en azından bir kahve içmeye-
çıkmayı asla atlamamışlardı. Ne yazıkki, ben dünyaya
geldikten ve kardeşim de benden beş sene sonra doğduktan sonra
Mürsel Amca ve karısı hala çocuk yapmak için uğraşıyorlardı.
Seneler var hala deniyorlar fakat dünyanın dört bir ucuna
gittikleri doktorlar bile aynı şeyi yineliyorlardı: Çocukları
olmayacaktı çünkü Esma Teyze -Mürsel Amcamın karısı- hamile
kalamıyordu. Onlar da beni kendi çocukları gibi benimsemişlerdi
ve iki tane ailem olduğu için kendimi çok şanslı hissediyordum.
İşte ben de her sene çocukluğumdan beri onların Bodrum'daki
butik otelinde gider kalırım. Ancak, büyümeye başladığımda
bunun karşılığında onlara yardım etmemin gerekli olduğunu ve
bunun yakışı kalacağını öğrenmeye başlamıştım.
Bir gün yine bir yaz tatilinde
Bodrum'dayken Mürsel Amcama bu konuyu açmak istedim. Artık sadece
tatil yapmak istemediğimi, onlara bazı konularda yardım etmek
istediğimi -özellikle mutfak konusunda çok başarılıydım-
söylediğimde, önceleri kesinlikle olmaz, burası senin de otelin
sayılır gibi bir azar işitmiştim. Daha sonraları bu işi yapmayı
çok istediğimi, bana bir şans vermesinin beni çok mutlu edeceğini
belirttiğimde ise birkaç gün düşündükten sonra kabul etti.
İşte ben de üç yazdır -üniversiteye başladığımdan beri- bu
küçük ve tatlı otelde mutfak işlerine yardım ediyorum, bazen
barmenlik yapıyorum, otele gelip kalan benim yaşlarımda bir sürü
gençle arkadaş oluyorum ve çoğu zaman da -özellikle akşamları-
onlarla eğleniyorum.
Böylece yeni bir Bodrum macerası
beni bekliyordu ve ben bavullarımı hazırlamak için eve koşmuştum.
Hemen babama telefon açarak bütün dersleri verdiğimi artık
Bodrum için hazır olduğumu söyledim ve bana bir uçak bileti
almak için onun akşam eve gelmesini bekledim. Her sene oraya
gitmeme rağmen bu sene içimde çok garip duygular vardı. Aslında
oraya biraz da rahatlamak ve kafamı dağıtmak için de gitmek
istiyordum. Benim için çok değerli birinden daha yeni ayrılmıştım
ve biraz tatil ve çalışma hiç de fena olmayacaktı. Ayrıca,
biraz kendi ortamımdan da uzaklaşmak ve yeni insanlar tanımak,
yeni ilgi alanları keşfetmek, yeni düşüncelerle tanışmak çok
güzel bir fikirdi. Üstelik de en sevdiğim mevsimde.
Uçağa bindiğimde heyecanın üç
kat daha arttı. Bütün bir kış mevsimi ve okul zamanı boyunca
gelmesini iple çektiğim zaman için sadece birkaç saat kalmıştı.
Kulaklıklarımı taktım, en sevdiğim şarkıları shuffle'a koydum
ve işte uçuşa hazırdım.
Gözlerimi açtığımda
havaalanına iniş yapmıştık bile. İnsanlarla beraber ben de
uçaktan inmek için hazırlandım. Valizlerimi almak için alana
doğru yürürken bir taraftan da babamı arıyordum. “İndiğin
zaman hemen beni ara” demişti. Ben de isteğini yerine getirmek
üzere telefonu elime aldım ve numarayı çevirdim. Aynı süre de
bavulumu da görmüştüm ve hemen kaptığım gibi kendime çektim.
Üç ay kalacağım için iki tane bavul yapmıştım ve ikisi de
kocaman, birbirinden ağırdı. Neyseki sürükleme yeri de vardı
ki, böylece ikisini elimde taşımak zorunda kalmayacaktım. Sadece
yerde sürüklemeliydim, o da çok zor bir olay değildi.
Dışarı çıkar çıkmaz Mürsel
Amcamı gördüm; beni karşılamaya gelmişti. Hemen birbirimize
sarıldık, özleşmiştik. Hemen elimden bavulları aldı ve arabaya
yükledi. Havaalanı Bodrum'a oldukça uzaktı ve özellikle bizim
kaldığımız yer oranın diğer ucundaydı. Yine de yol boyu
konuşup hasret giderdiğimiz için otele çabuk varmıştık. Garaja
girer girmez tanıdığım simalarla karşılaştım. Bu kişiler de
yıllarca bu otelde çalışmaya devam eden ve hepsi de çok tatlı
birbirinden iyi insanlardı. Mürsel Amca hiçbirini ayırt etmez
hepsine çok iyi davranırdı. Onların arasındaki bağ artık
patron- işveren olayından çıkmış, ağabey-kardeş ilişkisine
dönüşmüştü. Hemen Egemen Abi, bana odamı gösterdi,
bavullarımı boşalttıktan sonra biraz deniz kenarına gidip
yorgunluğumu atmam için dinlenmem gerektiğini söyledi. İşe
yarın başlayacaktım böylece.
Hemen bavulumu dolabıma
yerleştirdim, bikinilerimi giydim ve plaj çantamı hazırlayarak
dışarıya çıktım. Bana çok güzel bir menü hazırlamışlardı,
karnımın aç olduğunu tahmin eden Mürsel Amca bugünün menüsünü
günler önceden hazırlamış ve tüm yemeklerin benim en sevdiğim
yemekler olması gerektiğine özen göstermişti. Bir kere daha
teşekkür ederek masaya oturdum. Yemeklerin hepsi birbirinden güzel
görünüyorlardı; hangisinden başlamam gerektiğine karar
veremiyordum. Pesto soslu penne, domates çorbası -sadece bu çorbayı
yaz kış içebilirdim- zeytinyağlı sos ve yanında çıtır
ekmekler, zeytinyağlı fasulye, ızgara köfte tabağında püre,
yoğurt ve salata... Hepsini silip süpürdükten sonra üstüne bir
de çay içtim ve karnım patlamaya hazır bir bomba gibiydi.
Bir saat dinlendikten sonra,
yüzmeye hazırdım. Kendimi iskeleden denize doğru attım. Denizin
ortasında tekneleri ve yüzen insanları ayıran bir ip vardı. Bu,
her sahilde olması zorunluydu çünkü bu ipin sayesinde kazalar
engelleniyordu. Ben de iplere kadar iki kere gidip geldikten sonra
denizden çıktım. Biraz güneşte kuruduktan sonra gölgeye
geçerek, kitabımı okumaya karar verdim. Saat akşamüstü altı
olmuştu. Deniz iyice dalgalanmıştı, bazı insanlar korkup
çıkmışlardı bile. Ben de çantamı alıp bir mutfağa da göz
atayım derken onu gördüm; iskeleye doğru yürüyordu. Dağınık
sarı saçları, çok uzaktan bile farkedilen masmavi cam gibi
gözleri, bembeyaz teni ve omzuna attığı havlusuyla bana doğru
geliyordu. Yanımdaki boş yere havlusunu fırlattığı gibi
üstündeki t-shirt'ünü çıkardı. Onu da havlusunun yanına
koyarak denize balıklama atladı. Bir dakika bile tereddüt etmeden
hemen onun arkasından ben de denize atladım. İplere doğru
yüzüyordu. Ben de arkasından gitmeye karar verdim. İplere
vardığımda beni izlediğini farkederek ona doğru gülümsedim.
-Bu kadar çok dalgalı bir deniz
Türkiye'de başka yerde görmemiştim. Bu dalgada ipe yüzecek kadar
cesaretli bir kızı da daha önce hiç görmemiştim, dedi ve o da
bana gülümsedi. Ne diyeceğimi bilemeden teşekkür ederek kıyıya
yüzmeye başladım. Merdivenlerden iskeleye çıktığımda arkama
dönüp baktım. Hala iplerdeydi; dalıyor, çıkıyor, dalgalarla
oynuyordu; denizden çıkana kadar onu izledim. Hayatımda bu kadar
yakışıklı, bu kadar tatlı gülen birini daha önce hiç
görmemiştim. Aslında kendime de şaşırmıştım. Daha önce
hiçkimsenin arkasından gitmemiştim, özellikle yapacağım işi
bırakarak. Ondan çok etkilendiğim doğruydu. O denizden çıktığında
ben de kurumuştum ve çantamı alıp mutfağa göz atmak için ayağa
kalktım.
Mutfakta herkes bana sarılıyor,
“Hoş geldin” diyordu. Bu akşam izinli olduğumu söyleyip
durdular. Gerçekten de iş benim için yarın başlayacaktı. Ben de
odama çekildim, duşumu aldım, akşam yemeği için hazırlandım
ve bara indim. Barmen hala aynı çocuktu. O da küçüklüğünden
beri burada çalışıyordu ve beraber büyüdük diyebilirim. Yunus
beni görünce hemen bana sarılmak için davrandı. Hemen
kahvelerimizi yaptı, hasret giderirken karşılıklı içtik. Yine
okullarımızla ilgili şikayet ederken onu gördüm. Bu sefer
üzerinde vücuduna mükemmel yakışmış bir siyah pantolon,
üzerinde beyaz baskılı bir t-shirt, ayağında siyah Superga
ayakkabıları vardı. Saçları yine sabahki gibi dağınıktı ama
onu çekici yapan sanırım o altın sarısı dağınık saçlarıydı.
Hemen Yunus'a döndüm ve çocuğu işaret ederek tanıyıp
tanımadığını sordum. İsmini bilmediğini fakat üç gündür
burada tek başına kalan bir müşteri olduğunu söyledi. Hatta,
akşam yemeğe inmesine şaşırdığını, üç gün boyunca hiçbir
akşam burada yemek yemediğini de belirtti. O akşam Yunus'la
beraber yemek yemek için barda kaldım. Herkes odasına çekildikten
sonra da hazırladığı içkilerle hafif çakırkeyif olup
odalarımıza döndük.
Sabah erkenden kalktım,
kahvaltımı yaptım ve mutfağa girdim. Aslında çalışma
saatlerim çok esnekti ama benim erken kalkmamın sebebi akşamüstü
gibi tüm işlerimi bitirip iskelede yine onu beklemekti. Otelin
mutfağı diğer otellere göre çok farklıydı. Etrafında duvar
değil, cam vardı. Böylece bütün müşteriler içeride neler
yaptığımızı görebiliyordu. Ben iskeleye en yakın taraftaki
tezgahı istemiştim, zaten orası boş olduğu için de bir sorun
çıkmadan hemen istediğim oldu. Kahvaltıları hazırladıktan ve
masalara götürecek garsonların alacağı tezgaha dizdikten sonra
tekrar tezgahıma geri döndüm. Salata malzemelerini yıkadım,
öğlen menüsü için yapılacak zeytinyağlı sebze yemeklerinin
sebzelerini yıkadım, doğradım. Patates, soğan, biber, domates de
doğradıktan sonra zaman neredeyse öğleni geçmişti; saat ikiye
geliyordu. Çok hızlı çalışmıştım, yemekleri ocağa koyan
aşçı benden ivedilikle maydonozların doğranmasını istedi.
Hemen kasada duran maydonozları kendime doğru çektim ve ilk tutamı
elime aldım. İyice yıkadım. Tahtamı ve bıçağımı da elime
aldıktan sonra başladım doğramaya. Bir taraftan da önümdeki
camı açıyordum. Hava iyice sıcak olmaya başlamıştı bile.
Camın önünde duruyordum ve hafif bir esintinin gelmesini
bekliyordum çaresizce, bir taraftan da maydonozları keserek. Elim
bıçak işlerine çok yatkındı. Şefimiz bile buna inanamıyor,
bütün aşçılara taş çıkartırsın valla diyerek beni övüyordu.
Ben tüm bu işlerle meşgulken
kafamda bir ses duydum. Ses benden bir bardak su istiyordu. Daha bir
gün önce duyduğum sese çok benziyordu. Kafamı kaldırıp da
sesin çıktığı kişiye baktığımda yine onu gördüm. Ve yine
altın rengi saçları dağınıktı. Ve yine masmavi gözlerinin içi
gülüyordu. Barı işaret ederek, burasının mutfak olduğunu,
buradan müşterilere su verilmediğini, dilerse bardan alabileceğini
söyledim. Teşekkür etti ve özür dileyerek bara doğru yürümeye
başladı. O gittikten sonra işimi o kadar hızlı bitirdim ki,
hemen mutfaktan çıkıp kendimi iskeleye attım.
O da oradaydı. Benim geldiğimi
görünce kafasını olduğum tarafa çevirdi. Hemen üstümdekileri
çıkardım ve denize atlamaya karar verdim. Mutfakta çok
yorulmuştum ve terlemiştim. Hemen dünkü yaptığım gibi
iskeleden balıklama atladım ve durmadan iplere yüzdüm. Oraya
ulaştığımda yüzümü iskelenin olduğu tarafa doğru döndüm ve
onun da bana doğru yüzdüğünü gördüm. Heyecanım her geçen
saniye daha da fazla artmaya başlıyordu. En sonunda o da iplere
ulaşıp yanımda durdu.
-Burada çalıştığını
bilmiyordum, dedi. Ben de ona Mürsel amcadan bahsettim, istediğim
için çalıştığımı belirttim ve aslında bana konukmuşum gibi
davranıldığını da eklemeden geçmedim. Etkilenmiş gibi
gözlerimin içine bakıyordu. Sonra bir anda akşam için programım
olup olmadığını sordu. “yok” diyerek soracağı teklifi
bekledim.
-Akşam belki Bodrum'a ineriz, bir
şeyler yeriz, dedi. Bu teklifi asla reddedemezdim. Tabiki de olur,
diyerek konuşmayı bitirdim. Şimdi yapmam gereken tek şey akşam
için ne giyeceğime karar vermekti.
Odama döndüğümde bir sürü
kıyafet denedim, çıkardım, tekrar giydim. Akşam sekizde lobide
buluşup öyle çıkacaktık. Yarım saat kalmıştı ve ben daha
hiçbir şeye karar verememiştim. En sonunda siyah şort, beyaz
askılı bluz ve geçen sene buradan aldığım Bodrum
sandaletlerimde karar kıldım. Ellerime siyah oje sürdüm,
yüzüklerimi taktım, saçımı açık ve dalgalı bıraktım. Hafif
bir makyajdan sonra çantamı da kaparak odadan çıktım.
Aslında beş dakika erken
çıkmıştım. Lobiye yürürken Yunus'a bunu söylesem mi diye
düşündüm ama onun gelmiş olduğunu görünce hemen vazgeçtim.
Bu akşam üzerinde kot vardı, üstünde siyah bir t-shirt ve yine
dün giydiği siyah Superga ayakkabıları. Saçları yine dağınıktı
ve gözleri yine cam gibiydi. Onu her gördüğümde daha da çok
etkileniyordum. Özellikle bana gülümsediğinde onun kadar
yakışıklı biriyle daha önce tanışmadığımı düşünüyordum.
Yine bana doğru gülümsedi. Elimi sıktı ve yanağımdan öptü,
hazır olup olmadığımı sordu. Böylece otelden çıktık.
Bodrum'a indiğimizde bildiği çok
güzel bir restoran olduğunu söyleyerek beni oraya götürdü.
Siparişlerimizi verdikten sonra sohbet etmeye başladık. O kadar
iyi anlaşmıştık ki, buna ben bile şaşırmıştım; hatta o bile
şaşırmış gibiydi. Bütün zevklerimiz aynıydı, o da benim gibi
yemek yapmaya bayılırmış, en sevdiği spor tenismiş ve uzun
yıllardır oynuyormuş. Annesini iki sene önce trafik kazasında
kaybetmiş, tıpkı benim de annemi iki yıl önce kanserden
kaybetmem gibi. En şaşırdığımız kısım doğumgünlerimizin
aynı gün olduğunu öğrendiğimiz kısımdı sanırım. Gerçi o
benden bir sene daha büyüktü fakat yine de aynı gün doğmamız
beni şok etmişti.
-İstanbul'dan mı geliyorsun?
-Evet, sanırım sen de İstanbulda
oturuyorsun?
-Annemi kaybettikten sonra
yurtdışına taşındık, iki senedir Hollanda'da yaşıyorum.
Üniversiteye orada tekrar başladım. Babamla beraber kendimize
buradan uzak bir hayat kurduk fakat ben burayı yine de özlüyorum.
O yüzden tatillerde tek başıma da olsa atlayıp geliyorum.
-...
-Tabiki sürekli gelemiyorum. En
fazla yılda bir kere gelebiliyorum. Bodrum'dan önce
İstanbul'daydım. Eski arkadaşlarımı gördüm, şimdi de
buradayım. Bodrum'da yazlığımız vardı. Annem öldükten sonra
sattık. Bir daha da gelmemeye karar verdik. Ancak ben dediğim gibi
çok özlüyorum. Babam artık buradan nefret ediyor.
-Sizin için üzüldüm, ama
kaçmak ne kadar mantıklı?
-Hiç mantıklı değil haklısın,
ama sen de anlarsın; bazı şeyler çok zor.
-Evet, anlıyorum.
Bu konuşmadan sonra iyice moralim
bozulmuştu. İlk görüşte hoşlandığım çocuğu bir daha
göremeyecektim. Üstelik birkaç gün sonra da döneceğini
söylemişti. Artık o dakikadan sonra hiçbir şekilde iyi olamadım.
Ne vardı kalsaydı bütün yaz burada? Hem belki o da çalışırdı
benim gibi? Ben Mürsel Amcamı ikna ederdim, benim mutlu olduğumu
görse hemen düşünmeden izin verirdi. Ancak gitmeyi kafasına
koyduysa bunu değiştiremezdim tabiki. İşte bu soru işaretleriyle
otele geri döndük ve odalarımıza çekildik.
Sabah daha da erken uyandım.
Onunla daha fazla zaman geçirebilmek için işlerimi daha da erken
bitirmek istiyordum. Nitekim de öyle yaptım. İskeleye vardığımda
o da yeni geliyordu. Hemen beni gördü ve yanıma oturdu. Biraz
sohbet ettikten sonra denize girmeye karar verdik. Hazırlanıp
iskeleden balıklama atladıktan sonra iplere kadar yüzdük.
Dinlenirken de sohbete başladık.
-Dün gece çok eğlendim,
teşekkür ediyorum. Fakat, adını bile bilmiyorum.
-Ne kadar aptalım. İsmim Bora.
-Benimki de Mine, tekrar memnun
oldum.
-Çok güzel bir ismin varmış.
Tıpkı yüzün gibi. Çok güzel bir kızsın, aslında seni ilk
gördüğüm saniyeden beri senden çok etkilendiğimi söylemeliyim.
Hiçbir şey söyleyemedim. Sadece
bana doğru yaklaşmasına ve beni öpmesine izin verdim. İçimden
ağlamak geldi, bağırıp kendimi parçalamak geldi. Onu kaybetmek
istemiyordum. Kendimi çok fazla kaptırmamalıydım.
Bu saatten sonra artık sevgili
gibiydik. Sürekli beraberdik, her akşam merkeze inip kendimizden
geçercesine eğleniyorduk ve sabaha karşı dönüyorduk otele. Ben
hiç uyumadan bütün işlerimi bitiriyordum sadece sahilde onunla
beraber birkaç saat kestirdiğim zamanlarda ve akşamüstü odama
hazırlanmak için döndüğümde birkaç saat kestirdiğim
vakitlerde dinlenebiliyordum. O gidene kadar her günümüz böyle
geçti. Ancak, artık bu sabah veda etme zamanı gelmişti.
-Seni arayacağım, benim için
değerlisin.
-Gitmek zorunda mısın?
-Babamı yalnız bırakamam, hala
iyileşemedi.
-Bana arada sırada kart atmayı
unutma.
-Belki Hollanda'ya gelirsin, seni
gezdiririm.
-Belki...
-Ben İstanbul'a geldiğimde de
sen bana oraları gezdirirsin.
-Olur.
-Hoşçakal!
-Güle güle.
O gittikten sonra her gün benim
için işkence gibi geçti. Üç ay bitmeyecek sandım. Bana birkaç
kere mesaj atmıştı, birkaç kere de aramıştı ama yurtdışıydı
işte. Ulaşım zordu. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin her şey
yine de zordu. İstanbul'a döndükten sonra ona üzerinde boğaz
köprüsü olan bir kart attım, arkasına da “İstanbul'u
özlediğinde bakman için” yazdım. Okullar da yavaş yavaş
açılmıştı. Kayıt işlemleri, ders seçimleri derken dersteydim
bile. Havalar birden soğumuştu ve çok mutsuzdum. Kıştan nefret
eden biri için sonbahar yaşamadan direk kışa geçmek çok büyük
bir işkenceydi. Akşam eve gittiğimde hava durumunu izledim ve
yarından itibaren tekrar yaz havasına kavuşacağımızı
müjdeleyen bir haber sunucusu ve yüzünde kocaman bir gülümseme
gördüm. Tam o sırada telefonuma gelen mesajı açıp okumaya
başladım: “Son senemi İstanbul'da bitirmeye karar verdim, bütün
bir yaz boyunca bu işlerle uğraştım, sınava girdim ve burada
okuduğum okula denk bir okula kaydımı aldırdım. Yarın sabah
oradayım: Sürpriz!”
Yarından itibaren neden tekrar
yaz havasına gireceğimize bir türlü anlam veremeyen ben bu mesaj
ile sebebini anlamıştım. Benim için yaz gelmişti bile ve artık
hiç kışım olmayacaktı. İnanılmaz mutluydum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder