Hiçbir fikrim yokken gelişti her şey. Birtakım şeyler
düşünüyordum ama bunu kimseye söyleyemiyordum çünkü dile getirince atlatması
daha zor oluyor. Kimseye güvenmiyorum diye geziniyordum ortalıklarda. Ona bile
başta inanmamıştım ama şimdi her şey değişti, artık daha net. Bazen düşünüyorum
bir gün giderse ve ben ne yaparım diye. Bu zamanlarda kurmaya başlıyorum,
psikopatlar gibi. Olmayan ve belki de olmayacak şeyleri hayal ediyorum, deli
gibi. Sonra bunların yersiz olduğunu düşünsem de bilinçaltımdan çıkmıyor bir
türlü. Çünkü düşüncelerim benim ürünüm, benim cümlelerim ve benim aklımın
içindeki kelimelerin yanyana getirilmiş hali.
Halbuki o bana mükemmelin ne olduğunu gösteriyor, bana
sürprizler yapıyor, sıkıntımı önemsiz hale getiriyor ve beni içinde bulunduğum
vebadan kurtarıyor; ilaç gibi. Her şeyin düzelip düzelemeyeceğini sorduğumda,
beni kollarına alıp teselli ediyor, her şeyin mükemmel olacağını söylüyor.
Tıpkı kendi gibi mükemmel olacağını düşünüyorum ve hayallere dalıyorum. Bana
değerimi anlatıyor, üstelik bunu konuşarak değil, gözleriyle ve duygularıyla
yapıyor. Mükemmele bu kadar yakın olmak bana bazen iyi gelmiyor; vebanın içimde
büyümesine sebep oluyor. Oysaki o bunu bilmiyor.
Nasıl başladığını, önemli detayları hatırlamıyormuş gibi
yapıyorum. Benim için bu kadar önemli olduğunu hissetmesini istiyorum fakat
gösteremiyorum. Aslında ben de biliyorum onun diğerlerinden farklı olduğunu,
ama kendimi savunma yöntemi olarak geliştiriyorum bunları. Bir şey yolunda
gitmeyince kendimi uçurumun kenarında düşmeye hazırmış gibi hayal ediyorum
tıpkı dünyanın sonu gelmiş ve ben de bu evrende yaşayan son kişi olarak ölmeyi
hakediyormuşum gibi. İşler yoluna girdiğinde ise uçan kuş kadar hafifliyorum;
bu sefer kendimi yeşilliklerin içinde önümdeki turkuaz bir denize bakarak
uykuya dalıyormuşum gibi hayal ediyorum, tıpkı dünya yeniden anlam kazanmaya
başlamış gibi.
Bu düşüncelerimi bilip bilmediği umrumda değil çünkü hiç
merak etmiyorum ama gerçek fikrimi her zaman söylemekten korkuyorum. Sanki
söylediğimde büyünün bozulacağından korkuyormuşum gibi. Aslında korkmak değil
bu. Bu beynimin kendi kendine geliştirdiği savunma mekanizması. Belki de
aslında korkmuyorum sadece kendimden emin değilim. Bunu hiçbir zaman
bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var, o da; yanımdayken huzurlu ve güvende hissetmem.
Sıklıkla gidiyorum her akşam buluştuğumuz yere. Mükemmel bir
ormanın sahile açılan, siyah kumlu, eski kayıklı, belki de dünyanın en yaşlı
palmiyesinin orada olduğu bir yer burası. İki palmiyenin arasında, bana yaptığı
hamakta oturuyorum, sallanıyorum, onu düşünüyorum. Birazdan saat gelecek ve
tekrar kavuşacağız. Ona sımsıkı sarılmak için kalan azıcık dakikalar; saatlere,
saatler; günlere, günler; aylara ve aylar yıllara dönüşüyor. Tanrım, beklemek
bu kadar zor olmamalı!
Fakat, kavuştuğumuz zamanlarda, sımsıkı sarılamıyorum,
düşlediğim gibi seni seviyorum diyemiyorum, rahat hissetmiyorum. Bu bir veba;
sebebi onu az sevmemle ya da çok sevmemle alakalı değil. Bu sadece bir veba ve
ben yapamıyorum. Bazı kelimeler gibi seni seviyorum cümlesi de benim için
anlamını yitirdi. Sıcak ve içten değil. Sıcak ve içten hissetmediğim bir şeyi
çok değer verdiğim birine söylemek, ona haksızlık yapmak demek olduğunu
biliyorum. Ama çoğu zaman biliyorum ki onun da duymak istediği şey bu iki kelime;
yanyana gelince dünyanın en anlamlı ve en tatlı cümlesi. Seni seviyorum. Oysaki
bana göre seni seviyorum demek, senden nefret ediyorum demek kadar kolay.
Önemli olan sevgiyi gösterebilmek ve sonuna kadar sahip çıkabilmek.
Bütün bu sevgiyi onun gözünde görebiliyorum. Çabaladığını,
değer verdiğini, karşılık beklemeden istediğini biliyorum, hissediyorum.
Diğerleri gibi değil, onlardan çok daha farklı. Şaşırıyorum. Hiç alışık
değildim ki ben buna. Seviniyorum. Şanslı olduğumu düşünüyorum. Buna sahip olduğum
için bir sürü insandan daha da şanslıyım diyorum kendi kendime. Mutlu oluyorum.
Ama sonrasında gelen, iç karartıcı bu his... ah bu his! Bütün güzel şeyleri
alıp götürüyor benden.
Bu his tam olarak bilinmeyen bir şey. Bilinçaltımın bana
oynadığı bir oyun bu. Kara bulutların beynimde dolandığını görebiliyorum.
Şeytanın oracıkta, hemen yanımda durup kulağıma sürekli bir şeyler
fısıldadığını, beni üzmeye çalıştığını duyuyorum. Her şey o kadar net ki. İşte
sadece bu zamanlarda her şey bu kadar net oluyor. Bütün güzelliklerin bir anda
kaybolduğu, cennetin benden uzaklaştığı o zamanlarda, bu kötü ve lanet dolu
zamanlarda bu şeyler bu kadar net bana doğru koşarak geliyor. Kaçamıyorum çünkü
veba gibi dolanıyor boynuma. Vampir gibi kanımı emiyor. İşte bu acıyla besliyor
beni. Ne yapsam kaçamıyorum, nereye gitsem bilemiyorum. Tek bildiğim şey onun
oracıkta durduğu ve beni günden güne yiyip bitirdiği.
Rüyalarıma giriyor çoğu zaman. Karabasan gibi, uyanamıyorum.
Bu lanetten kurtulmanın yollarını arıyorum ama içine öyle bir alıyor ki beni,
kaçamıyorum. Güçsüz oluyorum. Mantıklı düşünemiyorum. Aklıma onu getiriyorum,
yaşadıklarımızı getiriyorum, küçük adamızı, beni nasıl sevdiğini, kollarına
aldığını ve öptüğünü düşünüyorum. Biraz kurtulabiliyorum bu vebadan, ama sadece
bu kadar. Günden güne daha da büyüyor. Beynimi ele geçiriyor.
İşte tam bu zamanlarda çıldırmaya başlıyorum ben. Tam bu
zamanlarda kontrolüm kayboluyor. İnsanların bana deliymişim gibi bakmalarına
alışıyorum. Bunları paylaşırken kim bilir neler düşünüyorlar; manyak veya ruh
hastası olduğumu mu düşünüyorlar? Çok büyük bir ihtimalle, evet. Bana asla
söylemiyorlar. O zaman anlıyorum ki, sadece ben değil onlar da sır saklıyor.
Sonra biraz rahatlıyorum. Ama tekrar veba beni ele geçiriyor; çünkü benimkisi
sır değil, bir veba. Günden güne beni ölüme sürükleyen, sevdiklerimi benden
almaya çalışan ve hep başarılı olan bir veba.
Sonra bir gün, gözlerimi açıp uykumdan uyanıyorum ve onu
yanımda görüyorum. Yanımda yatmış bana sarılıyor, benden önce uyanmış beni
izliyor. O anda bu vebanın hiçbir önemi kalmıyor. “Bir tek benim vebamın ilacı
var ve bu ilaç da O” diye düşünüyorum. Sarılıyorum ve uyumaya devam ediyorum.
Ne yazık ki, bu durum sonsuza kadar sürmüyor. Çünkü her zaman yanımda olamıyor.
Uzaklaştığı an radar alıyor veba, sanki biri ona gittiğini söylemiş gibi, hemen
geri geliyor. Beynimi sarmaya ve uyuşturmaya devam ediyor.
Ben bu vebadan kurtulamayacağımı biliyorum, aslında benimle
birlikte herkes biliyor. O bile bunu biliyor. Yine de dile getirmiyorum. Onlar
da getirmiyor. Konuşmadığım müddetçe her şey daha güzel, daha anlamlı geliyor.
Düşünüyorum; yıllardır tek kelime etmemiş olduğumuzu anımsıyorum. Şimdi her şey
netleşiyor. Konuştuğumuz anda her şey bitecek çünkü; gerçek dünyaya döneceğiz.
Bu yüzden konuşmamayı seçiyoruz. Yıllardır bunu sürdürüyoruz. “Beni konuşturma
lütfen, konuşturduğun anda her şey bitecek” diyorum. Fakat cümlelerimle değil
bakışlarımla. Hemen anlıyor, başımı okşuyor ve bakışlarıyla “tamam” diyor.
İşte böyle anlaşıyoruz biz; sessiz, sakin. Çıt çıkmıyor
aramızda. Sevişmelerimiz bile usulca. Her gün beni bırakma bu vebayla, diye
yalvarıyorum ona gözlerimi kullanarak. İnsanın gözüyle bir şeyler anlatabilmesi
duygusunu seviyorum. Her şey daha içten ve daha samimi. Sonra birden yine
anlıyorum ki, biz susmayı bu yüzden seçmişiz; samimi olmak için. Beni saran bu
vebayı azaltmanın yolu kendisi. Fakat ben asla kurtulamayacağımı bilerek bu
vebayla yaşamaya devam ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder