18 Kasım 2012 Pazar

SERBEST ERİŞİM, EŞİT KATILIM VE TOPLUMSAL EŞİTLİK

Habermas'ın burjuva kamusal alan anlayışına ilişkin yorumu, bu alanın herkese açık ve erişilebilir olma iddiasını vurgular. Tabii ki bu erişilebilir olma iddiasının olgusal olarak gerçekleşmediğini biliyoruz. Plepyen erkekler mülkiyet özellikleri nedeniyle dışlanırken, genel olarak kadınlar toplumsal cinsiyet statüsü temelindeki resmi politik katılımdan dışlanmışlardı. Etnik nitelikleri ırksallaştırılmış kadın ve erkekler de ırksal temellerde dışlanmışlardır. Bu dışlamalar ilke olarak aşılabilir olduklarından dolayı, serbest erişme ideali etkilenmeden kalır. Serbest erişim meselesi, formel dışlamaların varlığı ya da yokluğu meselesine, değerini kaybetmeksizin indirgenemez. Yani formel dışlamaların yanında içerici (kapsayıcı) olan kamusal alanlardaki söylemsel etkileşim sürecine de bakmalıyız. Burada burjuva kamusal alan anlayışının statü eşitsizliklerini paranteze almalıyız. Bu kamusal alan, katılımcıların doğumdan ve servet farklılıklarından kaynaklanan özelliklerini bir tarafa bırakarak, birbirleriyle sanki toplumsal ve ekonomik olarak denklermiş gibi konuştukları bir alan olacaktı. Buradaki etkin tabir "gibi" tabiridir: Gerçekten de konuşmacılar arasındaki eşitsizlikler ortadan kaldırılmıyor; paranteze alınıyor.

Revizyonist tarih yazımı bu eşitsizliklerin etkili bir şekilde paranteze alınmadığını, hatta tam tersine, burjuva kamusal alanındaki söylemsel etkileşimin bizzat eşitsizliğin bağlantıları ve işaretleri olan üslup ve adap-edep protokolleriyle yönetildiğini söylüyor. Katılım eşitliğinin hala önünde duran enformel engellerden söz ediyoruz. Örnek: Feminist araştırmalar, fakülte toplantılarında ve erkeklerle kadınların karışık oldukları müzakere gruplarında hepimizin gözlemlediği bir sendromu belgelemiş bulunuyor: Erkekler kadınların sözlerini kadınların onlara yaptığından daha çok kesiyorlar, daha çok söz alıyorlar, daha uzun konuşuyorlar ve kadınların müdahaleleri erkeklerinkine oranla daha çok duymazdan geliniyor ya da müdahalelere tepki verilmiyor. Müzakerenin kendisinin hakimiyet yararına işleyen bir maske olduğunu söylemek de yanlış olmaz böylece. Kuramcı Jane Mansbridge bunun sadece toplumsal cinsiyetle ilgili olmadığını, ötesinde sınıf ve etniklik üzerinde temellenmiş eşitsizlikler için de geçerli olduğunu söyler.

Çoğu durumda bu eşitsizlikler etrafındaki parantezleri, bunları açık açık temalaştırmak yoluyla kaldırmak çok daha uygundur. Parantezlemenin yararına ilişkin bu yersiz inanç, burjuva anlayışındaki bir başka hatayı daha ortaya koyuyor. Bu anlayışın varsaydığı şey: Kamusal alanın mükemmel bir nötrlükte ve eşit kolaylıkta barınabilecek derecede herhangi bir ethostan tamamen yoksun, sıfır derecede bir kültür alanı olduğu ya da olabileceğidir. Tabakalaşmış toplumlarda, eşitsiz biçimde güçlenmiş olan toplumsal gruplar, eşitsiz biçimde değer biçilen kültürel üsluplar geliştirirler. Sonuç: bağımlı grupların üyelerinin katkılarını, hem gündelik yaşam bağlamında hem de resmi kamusal alanlarda marjinalize eden güçlü enformel baskıların gelişmesi. Dahası bu baskılar, burjuva kamusal alanının kendine has ekonomi politiği ile çoğaltılırlar. Bu kamusal alanda görüşlerin dolaşımı için maddi destek oluşturan medya, özel mülkiyettedir ve kâr amacıyla işletilir. Böylelikle bağımlı toplumsal gruplar, eşit katılımın maddi araçlarına eşit olarak erişiminden mahrum kalırlar. Böylece kültürün enformel olarak başardığı şeyi, ekonomi politik, yapısal olarak mecbur kılar.

Durum, katılımcıların eşitlermiş gibi tartışabileceği bir kamusal alana sahip olabilmeleri için toplumsal eşitsizlikleri yalnızca paranteze almanın yeterli olmadığını göstermektedir. Sisteme ait eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, katılımda eşitlik için gerekli olan koşuldur. Bu herkesin tamamıyla aynı gelire sahip olması gerektiği anlamına gelmez; ama sistem tarafından yaratılmış tahakküm ve ezilme ilişkileriyle uzlaşmayan bir tür genel eşitliği gerektirir.

NANCY FRAZER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder