15 Kasım 2011 Salı

YALNIZLIK


Çocuk sürekli ağlıyordu, durmadan ağlıyordu. Kadın, ne yapacağını bilmeden, çaresizce debeleniyordu.
Karnı mı açtı?
Çişi mi gelmişti?
Gazı mı vardı?
Yoksa hasta mı olmuştu?
"Neyi olduğunu sorayım" diye düşündü. Ama sonra, çocuğun konuşamadığını gördü; daha bebekti. Öyle ya bu çocuk da nereden çıkmıştı şimdi? Kendi de bilmiyordu ki. Gözünü açtığında eskimiş koltuğun üzerinde bulmuştu O'nu. Kadın da zaten çocuğun ağlama sesine uyanmamış mıydı? Birden telaşlandı, heyecanla küflenmiş dört duvar arasında dolanmaya başladı. Dakikalar geçtikçe çocuğun ağlama sesi daha da artıyordu, kadının adımları da daha çok hızlanıyordu. Ne yapmalıydı?
Çocukları hiç sevmezdi ki zaten. Dillerinden de anlamazdı. Sırayla aklına gelen her şeyi denemeye başladı heyecan içerisinde.
Çocuğa süt ısıttı, içirmeye çalıştı. Yok, çocuğun derdi aç olması değildi.
Acaba altını mı açsaydı? Baktı, bezi tertemizdi; sorun çiş ya da kaka değildi.
Kucağına almak istedi fakat çocuk nasıl tutulur bilmiyordu. "Ya düşürürsem?" diye düşündü hızlıca. Yine de bunu yapmak zorundaydı. Çocuğun belki de gazı vardı. Nihayet, filmlerden gördüklerini hatırlayarak, çocuğu kucakladı ve sırtını sıvazlamaya başladı.
Yok, yok, yok!
Neydi bu çocuğun sorunu? Neden ağlıyordu bu kadar çok?
"Belki de hastadır" dedi kendi kendine. Beş çocuğu olan komşusuna mı sorsaydı?
Ama yok, soramazdı ki! Daha geçen hafta birbirlerini bıçaklayacak kıvama gelmişlerdi; kavga da yine çocuklar yüzünden çıkmıştı. Kadın, çocukların sesinden konsantre olamıyordu.
Çocuğun alnına dokundu; ateşi yoktu. Zaten sağlıklı duruyordu.
Tüm bu düşünceler arasından aklına bir fikir geldi; acaba uyuyup uyansa çocuk yok olur muydu? Biraz önce de öyle olmamış mıydı? Uykudan uyandığında esrarengiz çocuğu görmüştü ansızın.
Belki de çocuk yabancı bir evde olduğu için ağlıyordu. Ama nereden gelmişti bu çocuk şimdi? Sonsuza kadar burada kalamazdı. Kadının bir çocuğa bakacak kadar ne bütçesi ne de sabrı vardı. Zaten kadın anlamazdı ki öyle aile olmaktan, aşktan, dostluktan, insanlıktan... Yalnız gelmişti, yalnız gidecekti. Çok emindi. Kalbini hiç birine açamamıştı, hep kırılır diye korkusundan. Zaten böyle olmaya da alışmıştı, kendince mutluydu.
Düşüncelerle beraber uykuya daldı.
Uyandığında çocuk yoktu.
Durdu, küçücük odasına baktı.
Gerçekten yoktu!
"Tanrım, istediğim oldu, çocuk gitti" diye düşündü.
Derken bir ağrı saplandı başına. Aslında bu bir işaretti. Acaba çocuk gitmese miydi? Hayatında ilk kez biri için heyecanlanmıştı. Çocuğun gitmesine sevinmiş olmalıydı oysaki. Buruklaştı. Acaba şimdi neredeydi bebek? Kimbilir nerede ağlıyordu. Onu yanında istedi. Hayatında ilk defa, birini -hatta bir bebeği- yanında istedi.
-Keşke, dedi, keşke bir kez daha görebilseydim onu, o zaman asla bırakmazdım.
Artık çok geçti. Kadın yalnızlığı ile ölmeye mahkum olmuştu bile.
Yine de her gün, hayatının her saniyesinde, her uykudan uyandığında heyecanla baktı etrafına, belki buradadır diye umutla bekledi küçük bebeği.
Gelmedi.
Kadın da yalnızlığıyla beraber tarihe gömülecekti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder