İnsan kendime güveninin en dipte olduğu zamanlardayken
düşünecek ve zihnini yoracak çok fazla şey düşünüyor ve daha da çıkmaza
sürüklüyor kendini, ya da belki de rahatladığını zannediyor ama hep bir endişe,
hep bir umutsuzluk ve hep bir “ya mutsuz olursam?” soru cümlesi içinde kısır
döngüde yaşayıp gidiyor. İşte ben de aynen o haldeyim.
Umutsuzluğa kapılmama sebep olacak bir sürü olay yaşadım ve
sanırım bunların hepsi de haklı sebeplerdi. Yirmibir yaşındayım ve bu zamana
kadar –ve halen daha- benden beklenen sadece derslerime çalışmak, başarılı
olmak ve iyi bir iş sahibi, geliri yüksek bir birey olmak. Neden? Çünkü ailem
öyle yaptı. Çünkü toplum böyle yapıyor. Çünkü farklı bir şey yaparsan seni
ayıplarlar.
İlkokulda bütün derslerimin beş olmasını istediler çünkü
ilkokulda herkesin dersleri pekiyiydi ve eğer benim iyi olmazsa onlardan farklı
olmuş olacaktım ki bu toplumun ayıpladığı, hiç hoş karşılamadığı bir durumdu.
Sonra ailem arkadaşları, akrabaları ve tanımadığı diğer insanlar karşısında
mahçup olacaktı, belki de benden utanacaktı. O yüzden ilkokulda derslerim
pekiyiydi.
Ortaokulda artık iyi bir liseye girme ve lise sınavları için
çalışma vakti geldi. Hiç başarılı olamadım, iyi bir liseye gidemedim. Onun
yerine özel okula gönderildim. Ancak, ailem bunu “yabancı dil öğrenmek çok
önemli ve malesef devlet okullarında böyle bir eğitim verilmiyor, o yüzden
çocuğumuzu çok iyi bir özel okula verdik” diye övünüp durdular. Hepsi tamamen
yalandı çünkü lisemde hiçbir işe yaramayan bir sürü çocuk sanki bir çatı altına
toplanmışlardı. Fikirlerinde tek bir madde önemliydi o da paraydı. O yüzden kim
ne kadar zengin yarışına giriliyordu.
Lisedeyken, dediğim gibi özel bir lisedeyken, şansıma
öğretmenlerim çok iyiydi ve bendeki “parıltıyı” gördüklerini söylediler, üzerime
titrediler. El üstünde tutuluyordum bu da derslerimin hemen iyi olmasını
sağladı çünkü zorla ders çalıştırılıyordum. Hocalarımın bütün bu çabaları boşa
gidemezdi, eğer gitseydi ayıp olurdu. O yüzden hiçbir hobim, hiçbir etkinliğim
olmadan sürekli zorla ders çalıştım. Hem zaten lise demek üniversite sınavı
demekti ve toplumda “kimin çocuğu en iyi üniversitede okuyor?” adlı bir sidik
yarışı vardı. Aileni utandırmaman için çalışmak zorundaydım ve en iyi
üniversiteye girmek zorundaydım. Nitekim de öyle yaptım. Şu anda türkiyenin en
iyi üniversitesinin üçüncü sınıf öğrencisiyim. Annem ve babam her gün benimle
gurur duyduklarını, benim ne kadar zeki ve akıllı olduğumu söyleyip duruyorlar.
Oysaki kendilerini kandırıyorlar. Neden mi? Hemen saymaya başlayayım.
Birincisi; okuduğum bölümden nefret ettiğim
için dönemimin en başarısız öğrencisiyim. İstediğim bölümü de tercih etme gibi
bir lüksüm yoktu çünkü en iyi üniversitelerde puanım anca bu bölüme tutuyordu.
Eh haliyle ben de kötü üniversitede istediğim bölümü okuyacağıma iyi bir okulda
istemediğim, her gün nefret ederek uyandığım ve hiç başarılı olamadığım ve de
olamayacağım bir bölümde okumayı tercih etmek zorundaydım.
İkincisi; en
sevdiğim derslerden bile en kötü notu ben alıyorum çünkü benim sayısal zekamın
çok daha iyi olduğunu biliyorum aksine sözel zekamın, özellikle yorumlama
yeteneğimin neredeyse sıfır olduğunu da çok iyi biliyorum. Belki iyi hikayeler
yazıyorum, güzel yazılar yazıyorum fakat bu demek değildir ki sosyolojik bir
makaleyi çok iyi yorumlayabilirim. Bu nedenden ötürü ailem benim başarılı
olduğumu düşünerek çok büyük bir hata yapıyor.
Üçüncüsü;
kendilerini benim okulda kalıp akademik kariyer yapacağıma o kadar şartlamış
vaziyetteler ki, yıllarca bunu yapmayacağımı söyleyip durmam hiçbir şeyi
değiştirmiyor. Bir gün bana ne yapmak istediğimi sorarlarsa eğer vereceğim
cevap karşısında kalp krizi geçirmelerinden korkuyorum. O yüzden bugüne kadar
sustum. Ancak fark ettim ki, susmak çözüm değilmiş, keşke susmasaymışım. Belki
sesimi çıkartabilirmişim ve bu düzeni –en azından kendi ailem için-
düzeltebilirmişim. Fakat malesef artık çok geç çünkü benim yapabileceğime
inanmayan bir ailem var.
Çok zor şartlarda yaşıyoruz ve işin kötü tarafı bunun
farkında bile değiliz. Biz artık birer makinayız ve doğup, iyi yerlerde okuyup,
iyi bir işe girip –iyi bir işten kastımız da özel bir şirkete girip köpek gibi
çalışıp yılda iki hafta tatile talip olmaktır-, evlenip, çocuk yapıp o çocuğu
da bu şartlara göre yetiştirmeye programlandık.
Türkiye için neden uluslararası alanda duyulmuş gurur verici
sporcularımız, müzisyenlerimiz, sanatçılarımız, yazarlarımız bir elin beş
parmağını geçmiyor ve hatta bazı alanlarda tek bir tane bile gösteremiyoruz?
Çünkü biz bu tür alanları okul/iş dışında uğraştığımız aktiviteler olarak
görüyoruz. Bunu da her yaşta yapamıyoruz çünkü o yorucu ve beş para etmez
tempoya o kadar bağlanmışız ki belli bir yaştan sonra kolumuzu bile
kıpırdatamaz hale geliyoruz; işten eve geldiğimizde yatağa yattığımız gibi
yığılıp kalıyoruz, yemek yemeye bile enerjimiz kalmıyor. Haftasonları desen
artık Cumartesi günü bile çalışmak zorunda olan insanlar var, onlar da haliyle
Pazar gününü bütün gün yatakta yuvarlanıp dinlenmeye ayırmak istiyorlar. Dışarı
çıkıp hava bile almak zulüm halini alıyor. Bu şartlar altında nasıl
gelişeceğiz?
Toplum sistemi eleştirebilen bireyleri –tam şu anda benim
gibi bireyleri- arayıp bulup yok etmek istiyor. Çünkü eğer toplumu eleştirirsen
toplum dışı olmaya mahkumsundur, sistemi toptan değiştirmeye meyillisindir ve
bu da birtakım kapitalistlerin hiç işine gelmeyeceği gibi tek çözüm ortadan
kaldırılmandır. Sistemin seni yutmasına izin vermezsen, sistem seni ezer,
çiğner ve üstüne tükürüp bir köşeye atar. Bu nedenle hobilerini ciddiye alan
insanlar tehlikeli insanlardır ve hemen yok edilmeleri ivedidir.
Bütün bu sebeplerden dolayı ancak 20 yaşımdayken gerçek bir
hobi sahibi olabildim ve bu hobiyi ölesiye sevdim. Belki bu bilinçle işe
başlasaydım bu alanda çok başarılı olabilirdim çünkü bunun benim için özel
olduğunu kalbimin en derinliklerinde hissedebiliyorum. Tek bir sorun –ve en
büyük sorun- ise bunun gerçeğe asla dönüşmeyeceği ve benim için hep aktivite
olarak kalacak olmasıdır. İşte canımı en çok acıtan ve beni en çok yaralayan
gerçek de bu gerçektir. Üstelik de mezun olduktan sonra gireceğim işyeri
dolayısıyla da bu sevgimin zamanla hayatımdan tükeneceğini biliyorum çünkü
şartlar böyle ve herkes şartlara karşı boynu bükük durmak zorunda. Tek bildiğim
bir şey var ki hayatımdan çıksa dahi her zaman kalbimin en derininde içimde bir
ukte olarak ben ölene kadar orada duracak ve beni her düşüşümde daha da
rahatsız edecek bir duygu seline çevirecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder