20 Kasım 2011 Pazar

SÜRÜ VE ÇOBANI


İnsan kendime güveninin en dipte olduğu zamanlardayken düşünecek ve zihnini yoracak çok fazla şey düşünüyor ve daha da çıkmaza sürüklüyor kendini, ya da belki de rahatladığını zannediyor ama hep bir endişe, hep bir umutsuzluk ve hep bir “ya mutsuz olursam?” soru cümlesi içinde kısır döngüde yaşayıp gidiyor. İşte ben de aynen o haldeyim.
Umutsuzluğa kapılmama sebep olacak bir sürü olay yaşadım ve sanırım bunların hepsi de haklı sebeplerdi. Yirmibir yaşındayım ve bu zamana kadar –ve halen daha- benden beklenen sadece derslerime çalışmak, başarılı olmak ve iyi bir iş sahibi, geliri yüksek bir birey olmak. Neden? Çünkü ailem öyle yaptı. Çünkü toplum böyle yapıyor. Çünkü farklı bir şey yaparsan seni ayıplarlar.
İlkokulda bütün derslerimin beş olmasını istediler çünkü ilkokulda herkesin dersleri pekiyiydi ve eğer benim iyi olmazsa onlardan farklı olmuş olacaktım ki bu toplumun ayıpladığı, hiç hoş karşılamadığı bir durumdu. Sonra ailem arkadaşları, akrabaları ve tanımadığı diğer insanlar karşısında mahçup olacaktı, belki de benden utanacaktı. O yüzden ilkokulda derslerim pekiyiydi.
Ortaokulda artık iyi bir liseye girme ve lise sınavları için çalışma vakti geldi. Hiç başarılı olamadım, iyi bir liseye gidemedim. Onun yerine özel okula gönderildim. Ancak, ailem bunu “yabancı dil öğrenmek çok önemli ve malesef devlet okullarında böyle bir eğitim verilmiyor, o yüzden çocuğumuzu çok iyi bir özel okula verdik” diye övünüp durdular. Hepsi tamamen yalandı çünkü lisemde hiçbir işe yaramayan bir sürü çocuk sanki bir çatı altına toplanmışlardı. Fikirlerinde tek bir madde önemliydi o da paraydı. O yüzden kim ne kadar zengin yarışına giriliyordu.
Lisedeyken, dediğim gibi özel bir lisedeyken, şansıma öğretmenlerim çok iyiydi ve bendeki “parıltıyı” gördüklerini söylediler, üzerime titrediler. El üstünde tutuluyordum bu da derslerimin hemen iyi olmasını sağladı çünkü zorla ders çalıştırılıyordum. Hocalarımın bütün bu çabaları boşa gidemezdi, eğer gitseydi ayıp olurdu. O yüzden hiçbir hobim, hiçbir etkinliğim olmadan sürekli zorla ders çalıştım. Hem zaten lise demek üniversite sınavı demekti ve toplumda “kimin çocuğu en iyi üniversitede okuyor?” adlı bir sidik yarışı vardı. Aileni utandırmaman için çalışmak zorundaydım ve en iyi üniversiteye girmek zorundaydım. Nitekim de öyle yaptım. Şu anda türkiyenin en iyi üniversitesinin üçüncü sınıf öğrencisiyim. Annem ve babam her gün benimle gurur duyduklarını, benim ne kadar zeki ve akıllı olduğumu söyleyip duruyorlar. Oysaki kendilerini kandırıyorlar. Neden mi? Hemen saymaya başlayayım.
     Birincisi; okuduğum bölümden nefret ettiğim için dönemimin en başarısız öğrencisiyim. İstediğim bölümü de tercih etme gibi bir lüksüm yoktu çünkü en iyi üniversitelerde puanım anca bu bölüme tutuyordu. Eh haliyle ben de kötü üniversitede istediğim bölümü okuyacağıma iyi bir okulda istemediğim, her gün nefret ederek uyandığım ve hiç başarılı olamadığım ve de olamayacağım bir bölümde okumayı tercih etmek zorundaydım.
     İkincisi; en sevdiğim derslerden bile en kötü notu ben alıyorum çünkü benim sayısal zekamın çok daha iyi olduğunu biliyorum aksine sözel zekamın, özellikle yorumlama yeteneğimin neredeyse sıfır olduğunu da çok iyi biliyorum. Belki iyi hikayeler yazıyorum, güzel yazılar yazıyorum fakat bu demek değildir ki sosyolojik bir makaleyi çok iyi yorumlayabilirim. Bu nedenden ötürü ailem benim başarılı olduğumu düşünerek çok büyük bir hata yapıyor.
     Üçüncüsü; kendilerini benim okulda kalıp akademik kariyer yapacağıma o kadar şartlamış vaziyetteler ki, yıllarca bunu yapmayacağımı söyleyip durmam hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bir gün bana ne yapmak istediğimi sorarlarsa eğer vereceğim cevap karşısında kalp krizi geçirmelerinden korkuyorum. O yüzden bugüne kadar sustum. Ancak fark ettim ki, susmak çözüm değilmiş, keşke susmasaymışım. Belki sesimi çıkartabilirmişim ve bu düzeni –en azından kendi ailem için- düzeltebilirmişim. Fakat malesef artık çok geç çünkü benim yapabileceğime inanmayan bir ailem var.
Çok zor şartlarda yaşıyoruz ve işin kötü tarafı bunun farkında bile değiliz. Biz artık birer makinayız ve doğup, iyi yerlerde okuyup, iyi bir işe girip –iyi bir işten kastımız da özel bir şirkete girip köpek gibi çalışıp yılda iki hafta tatile talip olmaktır-, evlenip, çocuk yapıp o çocuğu da bu şartlara göre yetiştirmeye programlandık.
Türkiye için neden uluslararası alanda duyulmuş gurur verici sporcularımız, müzisyenlerimiz, sanatçılarımız, yazarlarımız bir elin beş parmağını geçmiyor ve hatta bazı alanlarda tek bir tane bile gösteremiyoruz? Çünkü biz bu tür alanları okul/iş dışında uğraştığımız aktiviteler olarak görüyoruz. Bunu da her yaşta yapamıyoruz çünkü o yorucu ve beş para etmez tempoya o kadar bağlanmışız ki belli bir yaştan sonra kolumuzu bile kıpırdatamaz hale geliyoruz; işten eve geldiğimizde yatağa yattığımız gibi yığılıp kalıyoruz, yemek yemeye bile enerjimiz kalmıyor. Haftasonları desen artık Cumartesi günü bile çalışmak zorunda olan insanlar var, onlar da haliyle Pazar gününü bütün gün yatakta yuvarlanıp dinlenmeye ayırmak istiyorlar. Dışarı çıkıp hava bile almak zulüm halini alıyor. Bu şartlar altında nasıl gelişeceğiz?
Toplum sistemi eleştirebilen bireyleri –tam şu anda benim gibi bireyleri- arayıp bulup yok etmek istiyor. Çünkü eğer toplumu eleştirirsen toplum dışı olmaya mahkumsundur, sistemi toptan değiştirmeye meyillisindir ve bu da birtakım kapitalistlerin hiç işine gelmeyeceği gibi tek çözüm ortadan kaldırılmandır. Sistemin seni yutmasına izin vermezsen, sistem seni ezer, çiğner ve üstüne tükürüp bir köşeye atar. Bu nedenle hobilerini ciddiye alan insanlar tehlikeli insanlardır ve hemen yok edilmeleri ivedidir.
Bütün bu sebeplerden dolayı ancak 20 yaşımdayken gerçek bir hobi sahibi olabildim ve bu hobiyi ölesiye sevdim. Belki bu bilinçle işe başlasaydım bu alanda çok başarılı olabilirdim çünkü bunun benim için özel olduğunu kalbimin en derinliklerinde hissedebiliyorum. Tek bir sorun –ve en büyük sorun- ise bunun gerçeğe asla dönüşmeyeceği ve benim için hep aktivite olarak kalacak olmasıdır. İşte canımı en çok acıtan ve beni en çok yaralayan gerçek de bu gerçektir. Üstelik de mezun olduktan sonra gireceğim işyeri dolayısıyla da bu sevgimin zamanla hayatımdan tükeneceğini biliyorum çünkü şartlar böyle ve herkes şartlara karşı boynu bükük durmak zorunda. Tek bildiğim bir şey var ki hayatımdan çıksa dahi her zaman kalbimin en derininde içimde bir ukte olarak ben ölene kadar orada duracak ve beni her düşüşümde daha da rahatsız edecek bir duygu seline çevirecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder