Neredeyse bir ay olmuştu geleli bu şehre. Küçük ama samimi
bir yerdi, sevmişti de burayı. Hayallerinde böyle bir kasabada yaşamayı
kurmuştu hep. "Karımı, çocuklarımı da yanıma alsam, burada yaşasak"
diye düşündü. Düşündüğü anda böyle bir şeyin gerçek olamayacak kadar abartılı
bir hayal olduğunu zihnindeki fotoğraflarla kanıtladı.
-Bambaşka bir ülke, bilmediğimiz bir dil, imkansız, dedi
kendi kendine. Zaten işi de bitmek üzereydi, sandığından uzun bile sürmüştü.
Gazeteci olmanın böyle eksileri vardı işte, ailesinden ne kadar uzakta
kalacağını kimse bilemezdi. Üstüne üstlük, uyuşturucu hakkında yazı araştırması
yapmak hiç de hoş değildi onun için.
-Bugünlük bu kadar yeter, mülakatı burada bitirelim, dedi
karşısındaki adam. "Herhalde uyuşturucuya ihtiyacı vardır yine" diye
düşündü ve kırık bir sesle "sizi yarın ararım o halde" diyerek
kağıtlarını ve ses kayıt cihazını çantasına koymaya yeltendi. Kafasını
kaldırdığında adam çoktan yok olmuştu. Kendini mutsuz hissetti, bir an önce
gitmek istiyordu. Demek ki, o kadar da çok sevmemişti bu kasabayı. Oteline
gitmek için yürümeye başladı, öyle ya burada herkes yürürdü. Ne de olsa küçük
bir kasabaydı burası. Yok, yok, tam da hayallerindeki gibiydi.
Kendini yatağına atıp, uykuya dalarken düşledi. Şu anda
ihtiyacı olan tek şey buydu. Ancak, öncelikle karnından gelen sesler ile temel
ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini anladı.
Kasabaya göre büyükçe, kendi şehrindekilerle
karşılaştırdığında ise küçük gelen bir restorana girdi. Restoran da değildi
hani. Küçük ve şirin bir café. Çabucak menüye göz gezdirerek, garsonu çağırdı,
siparişini verdikten sonra beklemeye koyuldu.
Derken O'nu gördü.
O muydu sahiden?
Hatırladığı kadarıyla saçları upuzun, sapsarıydı. Masmavi
gözleri vardı.
Gözlerine bakmaya çalıştı, mavi miydi?
Evet, masmaviydi. Çok uzaktan bakıldığında bile masmavi
parlayan, savrulan saçlarıyla uyum içinde etrafa bakan deniz mavisiydi. Kimi
turkuvaz derdi onun gözlerine. Ama biliyordu, o maviydi.
-15 sene önceydi, belki de ona çok benzeyen başka biridir,
diye düşündü.
Yok ama emindi. Gördüğü kişi O'ydu.
Anlamlı şekilde kadına bakmaya çalıştı kendisini göstermek
ister gibi. Kadınla birkaç kere göz göze geldiler fakat kadın oralı olmamıştı.
Garson yemeğini getirip önüne koymuştu fakat adam farketmemişti bile. Tek
düşüncesi kadındı.
-Sahi, beni unutmuş mudur? diye düşündü. Sadece iki günleri
olabilmişti neden unutmasındı ki?
Adam telaşlı ve heyecanlı bir tavırla düşündü. Bir şeyler
yapmalıydı, kendini göstermek, hatırlatmak için bir şeyler. 15 sene önceki
halini düşündü. Saçları hafif uzamış, yeşil gözlü, çilli ve zayıftı o zamanlar.
Şimdiki halini unutmuş, hatırlamak ister gibi camın yansımasından kendine
baktı. Hiçbir şey değişmemişti, aldığı beş kilo haricinde yine aynı kişiydi.
"Boyum zaten çok uzun, aldığım beş kilo farkedilmiyordur bile", diye
düşündü.
Bu sefer farklı bir bakış.
-Beni tanımış olmalı, diye düşündü. Kadın bakışlarını
sıklaştırmıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Konuşsa mıydı? Hangi dilde konuşacaktı?
Öyle ya, kadın yabancıydı. Gerçi şu an için O da burada yabancıydı. Düşündü.
Hangi dilde konuşurduk biz, diye düşündü. Cevabı biliyordu aslında. Sadece
zaman kazanmaktı amacı. Nereden zaman kazanmak? Bilmiyordu. Saçmalıyordu.
Heyecanlanmıştı.
Önündeki yemek buz gibi olmuştu. Garson, "bir sorun mu
var beyefendi?" diye sorduğunda kendine gelmişti. Sorun olmadığını, sadece
biraz yorgun olduğunu bildiren bir konuşma yaparak teşekkür etti. Tekrar kadına
bakmaya başladı. Kadın da mı ona bakıyordu, yoksa ona mı öyle geliyordu? Sigara
içme ihtiyacını hissetmişti. Çantasından çıkardığı sigarayı yakmak için
cebindeki çakmağını aramak istedi. Birden vazgeçti. Evet, kadından çakmak isteyebilirdi.
Düşündü, çocukça buldu. Cebinden çakmağını çıkartıp
sigarasını yaktı. Kafasını kaldırdığında kadının ayağa kalkıp, ona doğru
yöneldiğini gördü. Kalbi çok şiddetli derecede atmaya başladı. Derken, işte
orada, masasının dibindeydi.
-Sizi tanıyor muyum? dedi kadın. Adam bunu duyduğuna
şaşırmıştı çünkü kadın tarafından söylenen bu cümle adamın dilindeydi. Demekki
sonunda öğrenebilmişti bu dili.
-Tanıyor olabileceğini düşünüyorum, eskilerden kalan bir
hatırama çok benziyorsun ya da gerçekten kendisisin, dedi adam.
Kadın gülümsedi, önce kendi ismini söyledi, sonra adamın
ismini söyledi. Adam daha çok heyecanlanmış şekilde ayağa kalktı, kadına
sarılmak, onu kucaklamak istiyordu. Fakat kadın mesafeli davranıyordu. En
sonunda kadını kolları arasına almıştı. Kadın önce direnmek istedi fakat daha
sonra kendini serbest bıraktı.
Sabaha kadar konuştular, yine de mesafeyi kapayamamışlardı.
İkisi de bunu öylesine hissediyorlardı ki ne yaparlarsa yapsınlar
unutamıyorlardı. Adam, karısından, çocuklarından bahsetti; kadın, kariyerinden.
Saatlerce bıkmadan konuşmuşlardı.
-Artık veda vakti geldi, dedi kadın birkaç saat sonraki
uçağını hatırlatarak.
-Yine gidiyorsun, dedi adam sitem ederek.
Kadın hızlıca, çantasından çıkardığı kalemle, kağıda bir
şeyler karalayarak:
-Bu benim telefon numaram ve mail adresim, istediğin zaman
ara veya mesaj at, dedi.
Yanağına bir öpücük kondurdu ve uzaklaşmaya başladı.
Adam arkasından "gitme!" diye bağırdı.
Cevap gelmedi.
-Duymamış olmalı, diye düşündü.
15 sene öncesini düşündü.
Kadın trene biniyordu, elinde bavulu vardı. El sallayarak
uzaklaşıyordu. Adam "gitme!" diye bağırmıştı. Kadın duymayarak,
perona doğru hızlı adımlarla uzaklaşmıştı.
-Duymadı, yine duymadı, dedi kendi kendine.
***
Kadın, havaalanına vardığında düşündü:
-15 sene önceydi, bana "gitme!" demişti,
duymamazlıktan gelmiştim çünkü gitmeliydim. 15 sene sonra bugün, yine
duymamazlıktan geldim çünkü gitmeliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder