10 Kasım 2011 Perşembe

SENİ TEKRAR GÖRMEK

Neredeyse bir ay olmuştu geleli bu şehre. Küçük ama samimi bir yerdi, sevmişti de burayı. Hayallerinde böyle bir kasabada yaşamayı kurmuştu hep. "Karımı, çocuklarımı da yanıma alsam, burada yaşasak" diye düşündü. Düşündüğü anda böyle bir şeyin gerçek olamayacak kadar abartılı bir hayal olduğunu zihnindeki fotoğraflarla kanıtladı.

-Bambaşka bir ülke, bilmediğimiz bir dil, imkansız, dedi kendi kendine. Zaten işi de bitmek üzereydi, sandığından uzun bile sürmüştü. Gazeteci olmanın böyle eksileri vardı işte, ailesinden ne kadar uzakta kalacağını kimse bilemezdi. Üstüne üstlük, uyuşturucu hakkında yazı araştırması yapmak hiç de hoş değildi onun için.

-Bugünlük bu kadar yeter, mülakatı burada bitirelim, dedi karşısındaki adam. "Herhalde uyuşturucuya ihtiyacı vardır yine" diye düşündü ve kırık bir sesle "sizi yarın ararım o halde" diyerek kağıtlarını ve ses kayıt cihazını çantasına koymaya yeltendi. Kafasını kaldırdığında adam çoktan yok olmuştu. Kendini mutsuz hissetti, bir an önce gitmek istiyordu. Demek ki, o kadar da çok sevmemişti bu kasabayı. Oteline gitmek için yürümeye başladı, öyle ya burada herkes yürürdü. Ne de olsa küçük bir kasabaydı burası. Yok, yok, tam da hayallerindeki gibiydi.

Kendini yatağına atıp, uykuya dalarken düşledi. Şu anda ihtiyacı olan tek şey buydu. Ancak, öncelikle karnından gelen sesler ile temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini anladı.

Kasabaya göre büyükçe, kendi şehrindekilerle karşılaştırdığında ise küçük gelen bir restorana girdi. Restoran da değildi hani. Küçük ve şirin bir café. Çabucak menüye göz gezdirerek, garsonu çağırdı, siparişini verdikten sonra beklemeye koyuldu.
Derken O'nu gördü.
O muydu sahiden?
Hatırladığı kadarıyla saçları upuzun, sapsarıydı. Masmavi gözleri vardı.
Gözlerine bakmaya çalıştı, mavi miydi?
Evet, masmaviydi. Çok uzaktan bakıldığında bile masmavi parlayan, savrulan saçlarıyla uyum içinde etrafa bakan deniz mavisiydi. Kimi turkuvaz derdi onun gözlerine. Ama biliyordu, o maviydi.

-15 sene önceydi, belki de ona çok benzeyen başka biridir, diye düşündü.
Yok ama emindi. Gördüğü kişi O'ydu.
Anlamlı şekilde kadına bakmaya çalıştı kendisini göstermek ister gibi. Kadınla birkaç kere göz göze geldiler fakat kadın oralı olmamıştı. Garson yemeğini getirip önüne koymuştu fakat adam farketmemişti bile. Tek düşüncesi kadındı.

-Sahi, beni unutmuş mudur? diye düşündü. Sadece iki günleri olabilmişti neden unutmasındı ki?
Adam telaşlı ve heyecanlı bir tavırla düşündü. Bir şeyler yapmalıydı, kendini göstermek, hatırlatmak için bir şeyler. 15 sene önceki halini düşündü. Saçları hafif uzamış, yeşil gözlü, çilli ve zayıftı o zamanlar. Şimdiki halini unutmuş, hatırlamak ister gibi camın yansımasından kendine baktı. Hiçbir şey değişmemişti, aldığı beş kilo haricinde yine aynı kişiydi. "Boyum zaten çok uzun, aldığım beş kilo farkedilmiyordur bile", diye düşündü.

Bu sefer farklı bir bakış.
-Beni tanımış olmalı, diye düşündü. Kadın bakışlarını sıklaştırmıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Konuşsa mıydı? Hangi dilde konuşacaktı? Öyle ya, kadın yabancıydı. Gerçi şu an için O da burada yabancıydı. Düşündü. Hangi dilde konuşurduk biz, diye düşündü. Cevabı biliyordu aslında. Sadece zaman kazanmaktı amacı. Nereden zaman kazanmak? Bilmiyordu. Saçmalıyordu. Heyecanlanmıştı.

Önündeki yemek buz gibi olmuştu. Garson, "bir sorun mu var beyefendi?" diye sorduğunda kendine gelmişti. Sorun olmadığını, sadece biraz yorgun olduğunu bildiren bir konuşma yaparak teşekkür etti. Tekrar kadına bakmaya başladı. Kadın da mı ona bakıyordu, yoksa ona mı öyle geliyordu? Sigara içme ihtiyacını hissetmişti. Çantasından çıkardığı sigarayı yakmak için cebindeki çakmağını aramak istedi. Birden vazgeçti. Evet, kadından çakmak isteyebilirdi.

Düşündü, çocukça buldu. Cebinden çakmağını çıkartıp sigarasını yaktı. Kafasını kaldırdığında kadının ayağa kalkıp, ona doğru yöneldiğini gördü. Kalbi çok şiddetli derecede atmaya başladı. Derken, işte orada, masasının dibindeydi.

-Sizi tanıyor muyum? dedi kadın. Adam bunu duyduğuna şaşırmıştı çünkü kadın tarafından söylenen bu cümle adamın dilindeydi. Demekki sonunda öğrenebilmişti bu dili.

-Tanıyor olabileceğini düşünüyorum, eskilerden kalan bir hatırama çok benziyorsun ya da gerçekten kendisisin, dedi adam.

Kadın gülümsedi, önce kendi ismini söyledi, sonra adamın ismini söyledi. Adam daha çok heyecanlanmış şekilde ayağa kalktı, kadına sarılmak, onu kucaklamak istiyordu. Fakat kadın mesafeli davranıyordu. En sonunda kadını kolları arasına almıştı. Kadın önce direnmek istedi fakat daha sonra kendini serbest bıraktı.

Sabaha kadar konuştular, yine de mesafeyi kapayamamışlardı. İkisi de bunu öylesine hissediyorlardı ki ne yaparlarsa yapsınlar unutamıyorlardı. Adam, karısından, çocuklarından bahsetti; kadın, kariyerinden. Saatlerce bıkmadan konuşmuşlardı.
-Artık veda vakti geldi, dedi kadın birkaç saat sonraki uçağını hatırlatarak.
-Yine gidiyorsun, dedi adam sitem ederek.
Kadın hızlıca, çantasından çıkardığı kalemle, kağıda bir şeyler karalayarak:
-Bu benim telefon numaram ve mail adresim, istediğin zaman ara veya mesaj at, dedi.
Yanağına bir öpücük kondurdu ve uzaklaşmaya başladı.
Adam arkasından "gitme!" diye bağırdı.
Cevap gelmedi.
-Duymamış olmalı, diye düşündü.
15 sene öncesini düşündü.
Kadın trene biniyordu, elinde bavulu vardı. El sallayarak uzaklaşıyordu. Adam "gitme!" diye bağırmıştı. Kadın duymayarak, perona doğru hızlı adımlarla uzaklaşmıştı.
-Duymadı, yine duymadı, dedi kendi kendine.

***

Kadın, havaalanına vardığında düşündü:
-15 sene önceydi, bana "gitme!" demişti, duymamazlıktan gelmiştim çünkü gitmeliydim. 15 sene sonra bugün, yine duymamazlıktan geldim çünkü gitmeliyim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder