30 Mart 2012 Cuma

TREN

Tren tek başına dağların, ovaların içinden geçiyor. Yapayalnız. Arasıra ters istikamete giden başka bir tren hızlıca geçiveriyor yanından. Ama nadiren. Çok nadir.Geçip gidiyor. Trenin hayatında birkaç saniye kalabiliyor yalnızca. O birkaç saniye, diğer treni anlamak için asla yeterli olmayan bir zaman. Yine yapayalnız. Yoluna devam ediyor. İşlevini yitirene kadar bu böyle devam edecek. Biliyor. Bir gün elbet bozulacak. Ya da başka bir sebepten çalışmayacak.
Trenin içinde yolcular var. Yolcuları bir yerden alıp, başka bir yere taşıyor. Ancak yolcular ve tren farklı varlıklar. Bu nedenle tren, asla yalnızlığını paylaşamıyor yolcularla. Zaten hepsi gitmek istediği yere geldikten sonra inip treni terk ediyorlar. Bambaşka hayatlara karışıyorlar.
Yine de, en kötü zamanlarını geceyken yaşıyor tren. Daha duygusal, içine kapanık oluyor. Çünkü geceyken her şey uyuyor; yolcular, çiçekler, dağlar, dağların içinde uluyan kurtlar, ormandaki yılanlar, çalılar, sivrisinekler, binalar, elektrikler... Bütün doğa uyuyor. Tren durmadan çalışıyor. Gece gündüz...
Trenlerin ömürleri kısa mı? Yoksa uzun mu? Kimisi dayanamaz bu ağır tempoya. Hemen bozuluverir. Kimisi de yıllarca durmadan çalışmaya devam eder. Canavar gibidir. Bunlar daha çok üzülen kısımdır. Yeni modeller gelir. Geldikleri gibi eskiler atılır, unutulur, kullanılmaz bir daha.
Sen binbir türlü fedakarlık yaparsın, hiçbir zaman bir şeyini sakınmazsın, yenisi gelince bir köşeye atılırsın; unutuluverirsin. Böyledir işte. Hayat budur.
Trenlere çok üzülüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder